Türkiye’nin “Denge Politikası” Güney Kafkasya’da belirleyici olabilir mi?

Türkiye ve Ermenistan arasındaki olası normalleşme, iki ülke arasındaki ilişkilerin yanı sıra bölgede taşımacılık, enerji ve ticaret başta olmak üzere farklı bağlantı yollarını aktive edecek. Peki bu gelişmeler ışığında, Rusya’nın “egemenliği” altındaki BDT ülkelerinde Batı ve NATO etkisi nasıl bir yöne evrilecek?

ALİN OZİNİAN 25 Mart 2022 GÖRÜŞ

Türkiye destekli Azerbaycan’ın 27 Eylül 2020 sabahı açılan ateşi ile başlayan ve 44 gün süren İkinci Karabağ Savaşı’nın ardından ortaya çıkan muğlaklık, ancak 3. ateşkes denemsi olan – Rusya’nın ağabeyliğinde imzalanan ateşkes anlaşmasının detayları ile bir parça dağılmıştı.

Dağlık Karabağ ihtilaf bölgesindeki tüm askeri eylemler saat 10 Kasım 2020 Moskova saati 00.00’dan itibaren durdu. Dağlık Karabağ’daki temas hattı ve Laçin Koridoru boyunca, Rusya Federasyonu Barışı Koruma Birliği 1960 hafif silahlı asker, 90 zırhlı araç, 380 adet otomotiv ve özel teçhizatı hızla konuşlandırdı. Rusya Federasyonu “barışı birliği” aynı gece, Ermenistan silahlı kuvvetlerinin çekilmesine paralel olarak bölgeye girdi.

Rusya barış gücünün 5 yıl süreyle bölgede kalacağı ve anlaşmanın 5 yıl sonra da uzatılacağı maddesi, kendi aralarında yıllarca anlaşamayan Ermenistan ve Azerbaycan için bölgeye Rusya’yı tam manası ile sokmak, “konflikti” tamamen ona emanet etmekti. Ermenistan yenilmiş, Aliyev ve Erdoğan güçlenmişti, Paşinyan’ın durumu çoğu kişiye göre sallantıdaydı. Oysa hikaye bundan ibaret değildi, ateşkes anlaşması bölgesel büyük bir planı “müjdeliyordu”.

Savaşı kaybeden Ermenistan’da, ordu ve eski rejimin muhalifleri “ayaklansanlar” da halk Paşinyan’dan vazgeçmedi. “Uzmanların” iddia ettiği gibi de olmadı, Rusya “Batı yanlısı” Paşinyan’ı cezalandırmadı. Muhalefetin “Paşinyan’dan kurtulmamız lazım!” çağrılarına Rusya kulak kabartmadı, ütüne “kendi iç meselenizdir” dedi. Rusya’nın Ermenistan’da yüz çevirdiği kişi Paşinyan değil, iktidar aşkı ile yanıp tutuşan, Paşinyan’ı göndermeye çalışan eski “kadrolar” oldu.

Erdoğan, Paşinyan’a yönelik hareketlenmeleri ve bazı “denemeleri” açık bir darbe teşebbüsü olarak değerlendirdi, sert bir dil kullanarak eleştirdi: “Ermenistan’da şu anda yaşananlar bir darbe girişimidir. Darbenin her türlüsüne karşıyız. Ordunun müdahale etmesi, adeta darbe çağrısı yapması kabul edilemez” dedi. Erdoğan eğer gerekli ise hükümeti değiştirecek gücün Ermenistan halkı olacağını söyledi.

Erdoğan’ın bu sözleri Ermenistan’daki muhaliflerin elini güçlendirdi “Türk destekli Paşinyan” bir küfür oldu. Batı’nın Paşinyan’ı satın aldığını iddialarına bir yenisi de eklendi, “Türkiyenin istediği, Türk işbirlikçisi Paşinyan!”

21 Haziran sabahı kesinleşen seçim sonuçlarından sonra savaşta kaybeden Paşinyan oyların %53,92’sini alarak seçimi yeniden kazandı. Paşinyan hükümeti gitmemekle kalmadı, savaş sonrası hiç akıllara gelmeyecek bir Türkiye politikasını geçirmeye de “gönüllü” oldu. Duyduklar iftiraları hesaba katarsak, riskli ve cesaretli bir adım attı.

Ermenistan’ın beklemediği ve tam anlamıyla hazırlanmadığı savaş hem ülke hem de tüm Ermeniler için yıkıcıydı. Savaş öncesi değişen gerçekler ve statükoyu kimse anlayamamış, kavranamayan yeni düzene adapte olunamamıştı. Bu yıkıcı yenilgiden “iyi bir şey” çıkabileceği ise kimsenin aklına gelmemişti.

Ateşkes anlaşmasının hemen akabinde Türkiye tarafından yapılan, “komşular ile iyi ilişkiler çağrıları” sözde kalmadı, sonunu henüz kestiremediğimiz bir politikaya dönüştü. Bir yıl içinde Ermenistan, Türkiye ile ilişkileri normalleştirme yoluna girdi. Erdoğan ve Paşinyan’ın 2021’de yaptıkları karşılıklı olumlu açıklamaların ardından, yeni bir “bölgesel diplomasi ve normalleşme” döneminin startı verildi.

Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Ermeni mevkidaşı Ararat Mirzoyan, 12 Mart’ta Antalya’da bir araya geldiler. El sıkıştılar, gülümsediler, “önkoşulsuz normalleşmenin” detaylarını konuştular.

Antalya’dan önceki aylarda Türkiye ve Ermenistan’ın özel temsilciler atayarak ve diplomatik ilişkilerin yeniden kurulması hakkında daha net bir mesaj vermeleri, yaklaşık 2 yıldır duran Yerevan-İstanbul uçuşlarının başlaması ortamı yumuşatsa da, daha önceki “Futbol Diplomasisi” dönemindeki sivil toplum çabaları ile şekillen dialog ortamından eser yok.

Kısaca, Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki 2020 savaşı, bölgesel yeni proje ve planların yanı sıra, Türkiye ve Ermenistan’ın ilişkilerini normalleştirmesi için beklenmedik bir fırsat yarattı. Bu adımı atmaları için iki ülkenin de olası motivasyonlarını ‘Yeni Ermenistan açılımı’: Kapalı sınır yeniden açılabilir mi?’ yazısında yine bu köşede anlatmıştım.

SSCB’nin dağılmasının ardından iki ülke arasında var olan temasızlık, olası resmi ilişkilere dönüşebilme şansı taşıyor. Dünya için önemsiz olan bu olası normalleşme, Türkiye ve Ermenistan başta olmak üzere bölge için maddi ve manevi açıdan oldukça önemli. İlişkilerin başlaması kadar gebe olduğu olası adımlar açısından da geleceği tayin konusunda manidar.

Tüm bu gelişmeler Putin rejiminin Ukrayna’yı işgal etmesinin ardından, Batı ile Rusya arasında yeni bir soğuk savaşın arifesinde, yani bugünler yaşanıyor. Batı, Avrupa’nın “yeni güvenlik düzeni” ve müttefikleri yeniden kurgularken, Rusya ile bölgesel ve stratejik ilişkiler içindeki ülkeler hasarsız çıkış yolları arıyor. Güney Kafkasya’daki gerilim ve olası barış, bu global “kapışma” düşünülürse oldukça önemsiz, oysa olası şekillenmesi ve bölgenin gelecekteki durumu yine bahsi geçen ülkelerin dış ilişkileri üzerinden şekillenmeye mecbur.

Türkiye ve Ermenistan arasındaki olası normalleşme, iki ülke arasındaki ilişkilerin yanı sıra bölgede taşımacılık, enerji ve ticaret başta olmak üzere farklı bağlantı yollarını aktive edecek. Peki bu gelişmeler ışığında, Rusya’nın etkisi altındaki BDT ülkelerinde Batı ve NATO etkisi nasıl bir yöne evrilecek?

Türkiye’nın ABD, AB ve NATO olan ilişkileri özellikle Batı’ya ve Batılı değerlere öykünen Gürcistan ve Ermenistan için kadersel olacak. Türkiye’nin Rusya’ya bir kenara atmadan Batı ile devam eden ilişkilerini geliştirip olası bir balans siyasetini kurgulayabilmesi, Güney Kafkasya’da Rusya’nın etkisinde hayatını sürdürmeye çalışan ülkeler için Batı ile bir nefes borusu olabilir.

Ermenistan’ın, yıllardır süre gelen güvenlik zafiyeti savaşın yıkıcı etkisinin ardından Paşinyan’ın anlaşılır hatta yer yer seçmeni tarafından talep edilir Rusya yanlısı statükocu bir siyasete yönelmesine sebep oldu. Önceki oligarşik ve anti-demokratik klanı tasfiye eden bir halk hareketi liderinin bu Rusya yanlısı siyaseti seçmek zorunda kalmasında kuşkusuz Batı’nın da rolü var.

Diğer yandan, bölge siyasetinde zor bir döneme giren Türkiye’nin Ermenistan açılımının Ankara’nın Washington ve Brüksel ile hali hazırdaki gergin ilişkileri yumuşatma etkisi yadsınacak gibi değil. Kısaca ekonomik kazanımın hedeflendiği normalleşme, iki ülke için de önemli diplomatik kazançlar sağlayabilir.

Başta da belirtildiği gibi, Moskova’nın aracılık ettiği ateşkes, Rusya’nın her iki ülke üzerindeki etkisini kesin olarak artırarak hem Azerbaycan’da hem de Ermenistan’da bozulması zor bir “Rusya bağımlılığı” yaratsa da, Ukrayna savaşı ile değişen dengeler Moskova’nın ön ayak olduğu denklemdeki Putin üstünlüğüne “zarar verebilir.”

Özetle, bölgedeki Batı ve NATO etkisi, – NATO’nun bölgede genişlemeyeceğine dair bir garantiyi vermediği de hesaba katılırsa – Türkiye’nin alacağı pozisyonla değişebilir.

Tüm bu göreceli iyimser tabloda hala en büyük risk Azerbaycan. Bakü’nün daha önceki “normalleşme süreçlerinden” daha fazla söz sahibi olması (ki olumlu ve yapıcı tavrı olduğu takdirde- Türkiye ile olan duygusal ve politik ilişkileri açısından belki de doğrusu ve bu yeni süreci başarıya taşıyacak değişiklik bu) durumu beklenmedik bir anda tersine çevirebilir.

Aliyev’in bölgedeki “Batılı liderlerden” ziyade Lukaşenko benzeri diktatörler listesinde olması, Rusya ile özel ilişkisini daha da güçlendirebilir; Aliyev, Putin’in zayıflamasını kendi antidemokratik sistemine tehdit olarak görebilir ve bu yönde keskin bir adım atarak Türkiye-Ermenistan ve bölgenin olası Batı ile orantılı temas ve iş birliğini bozabilir.

Azerbaycan’ın ateşkesin ardından yer yer ateşkesi ihlal etmesi, savaş esirlerinin teslimi konusunda ayak diretmesi, Ermenilerin yönetimi altındaki Karabağ’da provokasyonlara başvurması ve özellikle son dönemde Karabağ’da yerleşim yerlerine ulaşan doğalgazı kesmesi gerginliğin tamamen durmayacağını, savaş sonrası bir üstünlük göstergesi olarak bu “agresyon sopasının” inmeyeceğinin habercisi.

Ankara’nın “Bakü onaylı Ermenistan-Türkiye normalleşmesini” tüm zorluklara rağmen devam ettirmesi, ABD, AB ve NATO ile koordineli olarak süreci yönetmesi tüm bölgede Rusya egemenliğinin azalması konusunda kritik öneme sahip.