Yıldızların satılık olduğunu sanan avcılar

Çocuksu telaşlarını, saklayamadığı hayalkırıklıklarını, olmadık yerde ortaya çıkan tuhaf heveslerini, kendine has can sıkıntılarını, arayışlarını, bulamayışlarını ve gerektiğinde hepsini hizaya getirebilen olgunluğunu seviyor insan karşısındakinin...

ALİN OZİNİAN 26 Haziran 2022 GÖRÜŞ

“Belki de gökyüzü insanlardan uzak olduğu için bu kadar güzeldir…”
Küçük Prens, Antoine de Saint-Exupéry

Her şeyi “almak” istiyor bazı insanlar, aldığı şeyin “kendisinin” olabileceğini sanıyor.

Kendisine ait olmasını istedikleri kişileri “almak” için de onlara bir şeyler “vermek” gerektiğine dair bir öngörüleri, bir inanışları, bir avlama, bir tavlama sistemleri var…

Tuzaklar, kafesler kuruyor insanlar avlanırken; keskin ve sert “silahlar” üretiyor, oklar, mızraklar yaratıyor, hele avlamak istediği kendinden daha büyük, daha güçlü ve daha çevikse… kendilerine avcılıkta yardım etsinler diye “av köpeklerini” de eğitiyor, yancılık yaptırıyor…

Avladıkça doyacağına iştahı daha da açılıyor; avcılığı sürdürüyor, avladıkça avlanmak kolaylaşır sanıyor.

Avcılıkta yem önemli, yemlemek çok önemli. Verdikçe, karşılığında karşısındakinden alır, karşısındakini alır, karşısındaki onun olunca, onu fethetmiş olur sanıyor.

Oysa fethetmek sadece sahip olmak demek değil; sahip olduğunu ele geçirmek, işgâl etmek, onu yerle bir etmek, tüm mabedlerini talan etmek de demek…

“Alacağına” sahip olmak için ona bir şeyler sunmak, satın almak gerekiyor onlara göre.

Sahip olmak için çok şey verildiğini duydum, gördüm, şahit oldum ama bir insanın gözünü boyamak için ona gökyüzünden bir “yıldız satın alındığını” duyunca şaşırmadım değil.

İnsan neden gökyüzündeki bir yıldızı satın almak ister? Bir yıldızı neden bedensel ve duygusal ticaretine alet eder?

“İnanabiliyor musun! Bana yıldız almış!” sözlerinin ardından dediklerini dinlesem de duyamadım, anlayamadım, uğultu gibi geldi kulağıma…

O uğultudan uzakta başka bir sesin – sakin, narin bir sesin dedikleri ise çok netti. Küçük Prensti konuşan.

“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yerde her şey o kadar küçük ki, sana gezegenimi gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var…”

Ah, küçük prens! Sesini duymak çok güzel bu saçmalığın içinde!

“Aslında benim hediyemdi bu… Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. İş adamı içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç…”

Ne demek bu?

“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca senin gülen yıldızların olacak. Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir – beni tanıdığına memnun olacaksın.

Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Ve zaman zaman, sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın…

Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hep güldürürler” diyeceksin. Onlar da senin deli olduğunu düşünecekler…”

Küçük prensler, küçük prensesler avlanarak fethetmiyorlar kalbi, ince fikirler, merhamet ve anlayışla bağlıyorlar insanları kendilerine. Gerçek olmayanla, taktikler ile işleri olmuyor.

Aynı anda söylenen aynı sözcükler, olmadık bir şeye sebebsiz ya da sebebini sadece o iki kişinin bildiği ortak minik kıkırdamalar, su istemeden susayacağını varsayarak doldurulmuş bir bardak yok o hayatlarda.

Sadece söylediklerini değil, sustuklarını da duyan birine vuruluyor insan. “İnsanların arasında da yalnızdır insan” diyor ya Küçük Prens, insan bazen yalnız kalmayı istemesini anlayını, onu yalnız bırakanı seviyor.

“Çok üzüldüğün zaman, çok seviyorsun gün batımını” diyor ya Küçük Prens, insan beraber üzülebileceği insanı seviyor, o hüznün içinde gülüşü, çölün ortasında bir su kaynağı gibi olanı…

Çocuksu telaşlarını, saklayamadığı hayalkırıklıklarını, olmadık yerde ortaya çıkan tuhaf heveslerini, kendine has can sıkıntılarını, arayışlarını, bulamayışlarını ve gerektiğinde hepsini hizaya getirebilen olgunluğunu seviyor insan karşısındakinin…

“Bir çiçeği büyüten sevgi insanı değiştirmez mi sanıyorsun?” diyor ya Küçük Prens, insan onun ruhunda ve vücudunda keşfettiği her küçük ayrıntıyla değişirken seviyor onu ve yeniden kendini…

“Kendini beğenmişler için öbür insanlar sadece birer hayrandır.” diyor ya Küçük Prens, soğuk ve sahte bir özgüvene, yalanla pişirilmiş bir imaja değil, zayıflıklarını saklamayacak kadar güçlülere vuruluyor insan…

“Az ya da çok değil, güzel sevin… ” diyor ya Küçük Prens, yıldız satın alanları değil, yıldızları olabilenlerin peşinden gidiyor aslında insan…