Uysallar ve büyük çaresizliğimiz: Sahi, hapishaneleri hangi mimar çizer?

Hakan Günday ve Onur Saylak imzalı Netflix dizisi Uysallar'da herkesin başkalarıyla arasına yüksek duvarlar ördüğü Türkiye'nin fotoğrafı var. Bizim 'tanıdık' hikâyemiz ve büyük çaresizliğimiz...

SELAHATTİN SEVİ 02 Nisan 2022 KÜLTÜR

Hakan Günday ve Onur Saylak imzalı Netflix dizisi Uysallar’da, çok katlı plazanın aydınlık toplantı salonunda mimar Oktay ile baş başa kalan Berhudar, masaya serili cezaevi projesi maketini yeterli görmez; cebindeki oyuncak ‘çekirdek aile’yi de çıkarır: “Görüş saatini bekliyor, hanım gelecek, çocuk gelecek, ooo cümbüş var!”

Ankara’da içine düştüğü yalnızlıkla yüzleşmemek için İstanbul’un yolunu tutan ‘bürokrat’ Berhudar, Kuzey Ormanlarının denize yakın kıyısında inşa edilecek cezaevini sahiplenir. “Babacığım burada ıslah edileceksin. Çıktığında yepyeni bir insan olacaksın. Geriye dönüp baktığında iyi ki girmişim bu cezaevine diyeceksin,” sözlerini muhayyel kader mahkûmunun çocuğuna söyletip arkasını kendisi getirir: “Bizim cezaevinde bunlar söylenecek Oktay! Niye? Çünkü, burası eşsiz bir cezaevi olacak… Avrupa’nın en büyüğü olacak!”

ABD’nin önemli dış politika dergilerinden Foreign Policy’de yayımlanan, Erdoğan hükümetinin son beş yıl içinde 131 cezaevi inşaatı için yaklaşık 13 milyar lira harcadığı bilgisi olmasa izlediğimizi bir kara komedi senaryosu sayabilirdik. Tıpkı mimar Oktay’ın mesai arkadaşı Mert’in, “Mahvoldum!” diyerek açık arazideki müstakbel cezaevine nazır anlattığı kişisel korkusu gibi: “Benim sana söylediğim votka vardı ya, Rusya’dan falan geldi dediğim, dün akşam ben onu açtım, turşu da vardı. Bi shot attım, sonra bir tane daha, bir tane daha… Sabah bir kalktım, hepsini içmişim. Hemen telefona baktım ne b.k yedim diye…”

BİR TWEETLE DEĞİŞEN HAYAT…

Mert bir tweet atmıştır, hemen silmiştir ama ne fayda! Ya bir gören olduysa, ya ekran görüntüsü alındıysa?

E, bu hapishaneler boşuna yapılmıyor!

Ülkenin büyük bir cezaevine dönüştürüldüğü, herkesin kendini, ailesini ve dostlarını özgürlükten kolayca mahrum ettiği bir dünyada hayatla senaryonun ustalıkla iç içe geçmesi Uysallar dizisinin en büyük başarısı. “Hani deniyor ya, bunu alan bunu da aldı diye, meğer bütün hayatım öyleymiş benim,” diyen Oktay Uysallar haksız sayılmaz: “Maaş alan kredi de alır, gittik aldık. Kredi alan araba da alır, araba aldık. Araba alan ev de alır, ev aldık. Ev alan bilmem ne alır, aldık… Sonra bir baktım, bunu alan bunu da alır diye diye en son artık mezar yeri bakıyordum Fevzi. Bayağı, bildiğin aile mezarlığı alacaktım 44 yaşında…”

Öfke patlamaları, kaçmalar, kaçamaklar hep normal zamanlarda normal tepki verememekten. Hayatında bir yere imza vermeyen, bir yürüyüşe katılmayan, sokağa çıkıp iki slogan atmayan, pankart taşımayan, hiçbir şeyi protesto etmeyen 44’ünde çok sıkıldığı şantiyeye gelip sarı konteynır duvarına “Hapishaneni s..m!” yazsa ne fark eder… Yine hayatının öznesi olamayacak, televizyondan, ışıklı ekranlardan seyredecektir olan biteni.

Günün birinde, baba evinde ilkgençlik hatıraları arasında bulduğu ‘Punk Oktay’ı el ayak çekilince İstanbul karanlığında âlemlere çıkarsa da polis GBT yapacak, hergeleler omuz atacaktır. ‘Hero’ baskılı tişört giydiği için başına gelmedik kalmayanların dünyasında -senaryo gereği- çivili deri monta ‘Kaos Sevdalısı’ yazmanın elbet bir bedeli olacaktır.

ÇALAN KAPIYA “İŞTE GELDİLER” DİYE ENDİŞELENMEK… 

Ekranom’da Cansu Altıntaş’ın da işaret ettiği gibi ‘Uysal’ kelimesi dizinin başında sadece karakterlerin soyadı iken dizi sonunda ‘Uysallar’ın hem dizideki tüm karakterleri hem de bizleri tanımlayan bir kelime olduğunu anlıyoruz.

Boş bulunduğunda atacağı en küçük adım korku duvarlarını yükseltmekten başka neye yarayacak; elbette uysallığı tercih edecektir: “Her kapı çaldığında diyorum ki, işte geldiler… Çiğdem ‘sende bir şey var’ diyor… Kafam iyiyken tweet attım, her an bana gelebilirler mi diyeyim karıma.”

O zaman geriye desibeli yüksek pavyon şamatalarında kendi kendine konuşmak kalıyor: “Karım bir de ben yalnızım diyor, esas ben yalnızım…”

Yaşadıklarımız gibi yaptıklarımızın da kariyer hanesine değil utanç defterine işlendiği zamanlar: “Geldiğim noktaya bak, hapishane tasarlıyorum ya, eskiden cellatlar olurmuş, kafasına çuval geçirirlermiş kim olduğu belli olmasın diye. Hapishane mimarlığı da aynı işte, kimse bilmez hangi hapishaneyi hangi mimar tasarladı.”

Yalanın, talanın ve yağmanın ‘fırsat’ diye propagandasının yapıldığı bir dönemden başka ne beklenebilir ki?

EKMEK KAPISI ‘CEZAEVİ’

“Başınıza talih kuşu kondu. Ne olacak burası, cezaevi. Kaç kişi çalışacak? Ben diyeyim 200, siz deyin 300… Daha çalışanın yemeği var, alışverişi var. Bin kişi ekmek yiyecek buradan, düşün. Kim çalışacak, siz. Siz yahu! Ben diyorum Avrupa’nın en büyük cezaevi, sen diyorsun hayvanımı nerede otlatacağım. Maaşlı sigortalı işiniz olacak. Sen de anladın mı çoban kardeşim.”

Çoban anladı da, sen manda yoğurdunu nereden bulacaksın sonra?

Daha önce Şahsiyet dizisinde beraber çalışan Hakan Günday ve Onur Saylak ikilisinin 8 bölümlük yeni dizisinde usta bir oyuncu kadrosu rol alıyor: Öner Erkan, Songül Öden, Haluk Bilginer, Uğur Yücel, İbrahim Selim, Umut Yeşildağ, Nilay Yeral, Serkan Altunorak ve Nezaket Erden birbirlerini tamamlayan oyuncular olarak göz dolduruyor.

AKP’li yılların çarpık kentsel dönüşümlü İstanbul’unun fon olduğu dizide, herkesin birden birbirinden gizlediği ikili hayatları günün sonunda ortaya dökülüveriyor.

Dizi her ne kadar mimar Oktay Uysal ve ailesinin etrafında örgülense de ailenin ilişkide olduğu insanların iç dünyaları da başarıyla ekrana aktarılmış.

Uysallar ailesinin en küçük bireyi Ece’ye ağabeyi Ege’nin açlık, ölüm, savaş, veba gibi konulardaki aktarımı yine ustaca kotarılmış.

Oktay rolündeki Öner Erkan etrafında gelişen hikâyede Nil (Songül Öden) ‘aile’ içinde sıkışıp kalmış eğitimli bir kadının toplumsal rolünü yetkinlikle sorguluyor.

‘Yalnız ölmekten korkan’ ve metresi Sonya’ya sığınan Oktay’ın babası Olcay (Uğur Yücel) gibi  Memur Berhudar’ın (Haluk Bilginer) saklamaya çalıştığı yalnızlığı ise beklenmedik bir zamanda yüzünden aşağı akan saç boyası gibi ortaya çıkıyor.

Gündelik hayatta sıradanlaştırdığımız GBT’ler, izole edilmiş cezaevleri, kadın cinayetleri, sığınma evleri, mobbingler, tacizler, tecavüzler, iletişimsizlik, sınav stresi, korkular, yalnızlıklar, koca bir ülkenin büyük çaresizliği Uysallar’ın akıp giden sekiz bölümlük öyküsünde özetleniyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com