Su uzmanı İlhan: İstanbul’u adaya çevirmek istemek akıl alır gibi değil

SELAHATTİN SEVİ 16 Ocak 2020 GÜNDEM

Su ile ilgili kampanyaların öne çıkan ismi, uluslararası su uzmanı ve aktivist Dr. Akgün İlhan, Türkiye’nin önemli tartışma konularından biri olan Kanal İstanbul ile ilgili önemli uyarılarda bulundu.

Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde “Çevre ve Turizm”, “Sosyal ve Çevresel Perspektiflerden Sürdürülebilirlik” adlı lisans dersleri veren Dr. Akgün İlhan, su üzerine yaptığı akademik çalışmalarla tanınıyor. Açık Radyo’da hazırladığı Su Hakkı ve Sudan Gelen programlarının yanı sıra çeşitli mecralarda su krizi ve iklim değişikliği üzerine yazılar yazan İlhan, Kanal İstanbul projesinin her geçen gün yok olan Kuzey Ormanları’na ve İstanbul’a kalıcı zararlar vereceğini belirtiyor.

“Bu kanalı yaptıkları zaman içinden tuzlu su geçecek. Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın deprem veya sel gibi bir felaket olduğunda veya oradaki kentleşme arttığında; tuzlu suyun yeraltı sularına sızmasını önlemek için kanalın taban ve yanlarını kaplayacak geçirimsizlik perdesi zedelenecek.” diyen Dr. Akgün İlhan, Kanal İstanbul’un İstanbul ve çevresi için oluşturacağı muhtemel riskleri ve tehlikeleri Kronos‘a anlattı.

Kanal İstanbul’un ekonomik, siyasi ve uluslararası ilişkiler boyutuyla son yılların en önemli tartışma konusu. Fakat, en çok konuşulması gereken çevre ve doğaya yapacağı tahribat, mevcut su havzaları ve yolları ile ilgili riskler değil mi? Her geçen gün yok edilen Kuzey Ormanları ve İstanbul Havalimanını da göz önüne alarak neler söyleyebilirsiniz?

İstanbul, Türkiye ortalaması üzerinde yağış alan bir kent. Aynı zamanda su zengini bir şehir. İstanbul’da 300’den fazla irili ufaklı tarihi dere saptanmış. Bunların 170 küsürü halen hayatta. ‘Hayatta’ derken öyle gürül gürül akan derelerden bahsetmiyorum tabii. Bazıları ancak yağmur yağdığında canlanan kuru dereler. Bazıları Riva ve Alibeyköy dereleri gibi aktif halde. Bizim sorunumuz suyumuzun az olması değil nüfusumuzun sürekli olarak artıyor olması. Resmi olarak açıklanan rakamlara göre 16 milyona yaklaştık. Bu nüfusun sadece suya olan talebi artmıyor, aynı zamanda nüfusun kentleşmesiyle beraber su havzalarının üzerine yayıldığını da görüyoruz. Su havzalarının pek çoğunda kentleşme var. Mesela; Küçükçekmece Gölü, Kağıthane deresi gibi. Normal şartlarda bunların etrafının kentleşmeye açılmaması gerekirken, nüfus buralarda toplanmış durumda. Durum böyle olunca İstanbul’un suyu darbe yiyor. Hem nüfusu artan bir şehir, hem de su toplama havzaların etrafında kentleştiği için kendi su havzalarını kaybeden bir şehir İstanbul. Bunların bütündeki etkisine baktığınız zaman, tatlı su varlıklarının nicelik ve nitelik olarak olumsuz bir şekilde etkilendiğini görüyoruz. Bir yandan da bu duruma iklim değişikliğini eklersek çok daha kötü bir tablo ortaya çıkıyor.

Yazıda kullanılan görseller, Dr. Akgün İlhan’ın “İklim için su politikaları ve İstanbul için politika önerileri” çalışmasından alınmıştır.

“İNADINA YAPILAN YANLIŞ BİR KENTLEŞME”

Bu kötü tablo nasıl kendini gösteriyor?

Geçtiğimiz Ağustos ayında 2-3 saat yağmur yağdı ve hemen her tarafı sel bastı. Hatta Unkapanı’nda bir insan hayatını kaybetti. Tabii bu noktada sadece iklim değişikliğini suçlamamak lazım. Bir yandan da iklim değişikliğine uyumsuz bir kentleşme söz konusu. Uyumsuzdan çok inadına yapılan yanlış bir kentleşme var hatta. Bakıyorsunuz her yer beton ve asfalt, ortada toprak diye bir şey yok. Bazen dakikalarca yürüyorsunuz İstanbul’da ve toprak göremiyorsunuz. Bu yüzden de yağan yağmur, İstanbul’un yüzeyinden toprağa değemeden kanalizasyona gidiyor. İstanbul’da suyun  doğal döngüsü gerçekleşemiyor. İstanbul gibi büyük kentlerde böyle sorunlar var.

“KANAL İSTANBUL PROJESİ İSTANBUL’A SON DARBE OLUR”

İstanbul’un su kaynakları, havzaları ve yolları bu olumsuz gelişmelerden nasıl etkileniyor? Kanal İstanbul’u nereye oturtuyorsunuz?

Bakın zaten bu proje nasıl bir kentin üstüne binecek, onu anlatmaya çalışıyorum. Bırakın kanalı hali hazırda çok ciddi su sorunları olan bir kentten bahsediyoruz. İstanbul’un 1990’lı yıllardan itibaren sürekli artan nüfusuna yetmez olan su arzını arttırabilmek için önce Kırklareli’nde ve Tekirdağ’da yapılan barajlarla, sonra da 2000’li yıllarda Melen Çayından doğrudan su taşınmaya başlanıyor. Melen’den 200 kilometreye yakın uzunluktaki borularla su taşınıyor. Kentin su ihtiyacı sürekli artıyor, su talebi arttıkça yöneticiler de su arzını arttırıyorlar. Bu ilk başta iyi görüne de orta ve uzun vadede çok tehlikeli bir eğilim. İstanbul kendisiyle birlikte tam 6 şehirde istediği gibi suyu kendine akıtabilen bölgesel bir güce dönüşmüş durumda. Bakın DSİ’nin 14. Bölgesi olan İstanbul’un fiziki alanı, İstanbul artı Gebze’dir. Ama görev alanının içine bakıldığında Tekirdağ, Kırklareli, Kocaeli, Sakarya ardından da Düzce bu görev alanının içindedir. DSİ 14. Bölgenin Batı’da  Bulgaristan-Türkiye sınırından başlayıp, Doğu’da Düzce’ye kadar uzanan, Kuzey’de Karadeniz’den başlayıp Güney’de ise Marmara Denizine kadar uzanan 38 bin kilometrelik bir yetki alanı var. Dolayısıyla İstanbul bu yetki alanı içinde bahsi geçen şehirlerin suyunu ithal ediyor. Suyu kendine yetmeyen bir İstanbul’un tepesine bir de Kanal İstanbul projesi bindirilecek. 3. Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu, 3’üncü Havalimanı zaten kente  darbe indirmişken, bir de Kanal İstanbul projesi gelirse bu İstanbul’a yapılan son darbe olacak. Kanal İstanbul projesi, iki yarım adadan oluşma avantajına sahip bir kenti tek bir adaya çevirecek.

“KANAL İSTANBUL 70 MİLYON METRE KÜP SUYU DEVRE DIŞI BIRAKIYOR”

Kanal İstanbul projesinin ne gibi etkileri olacak ya da mevcut olumsuzlukları nasıl tetikleyecek?

Proje gerçekleşirse Terkos Gölü besleme havzasının yüzde 3’ünü, yani 20 kilometrelik bir alanını devre dışı bırakır. Bir de Sazlıdere barajını tamamen içine alarak devre dışı bırakır. Sazlıdere barajı artı Terkos gölü besleme havzasının yüzde 3’ünü hesapladığınız zaman ortaya 70 milyon metre küp suyun doğrudan devre dışı olması söz konusu.

“İSTANBUL’UN SUYUNA TUZLU SU KARIŞACAK”

Sadece İstanbul’un tükettiği su mu azaltıyor?

Bu kanalı yaparlarsa içerisinden tuzlu su geçecek. Siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın deprem veya sel gibi bir felaket olduğunda veya oradaki kentleşme arttığında; tuzlu suyun yeraltı sularına sızmasını önlemek için kanalın taban ve yanlarını kaplayacak geçirimsizlik perdesi zedelenecek. Durum böyle olduğu zaman, projenin sonuçları çok daha vahim olur. Üstelik bu kanal, Terkos-Kağıthane içme suyu ishale hatlarını ve Terkos-İkitelli ishale hatlarını da devre dışı bırakır. İsale hatları barajlardan barajlara suları taşıyan büyük borulardır. Kağıthane’nin içme suyunun bir kısmı Terkos’tan geliyor. Bu durum da Avrupa yakasının temiz sularının yüzde 65’i risk altında demek. Bu benim dediğim bir şey değil, DSİ’nin söylediği bir şey. DSİ’nin  projenin ÇED raporuna ilişkin verdiği görüşte yazıyor bu. İki tane isale hattını kesip atıyor ve dolayısıyla korkunç bir ek maliyet bindirir İSKİ üzerine.

“DERE YATAKLARI, SU HAVZALARI VE TOPOĞRAFYA DEĞİŞECEK”

Bu proje 13 tane derenin yataklarını, havzalarını, topoğrafyasını ve akışını değiştirir. Zaten bu derelerin üzerinde iklim değişikliğinin olumsuz etkileri var. Bir de projenin yükleri binince daha da kötü bir hale gelecek. Kanal etrafında oluşacak yeni yerleşim yerleri, 3. Köprü, Kuzey Marmara Otoyolu ve 3. Havalimanı projeleri ile birlikte çok ciddi bir nüfus artışı olacak ve bunlar için ek su kaynakları oluşturmak gerekecek. DSİ tarafından bu proje hayata geçirilirse İstanbul’da hem Avrupa hem de Asya yakalarında bazı ek barajların yapılması gerektiğini belirtiyor Bu durum, İstanbul’un öz su kaynaklarının üstündeki baskının artması demek.

“İSTANBUL’UN SUYA BAĞIMLILIĞI ARTACAK”

Son olarak, İstanbul bir ada kent olacağı için suda dışa bağımlılığı zaten vardı, şimdi daha da artacak. Dünyanın her yerinde iklim değişikliğine bağlı deniz seviyesi yükselmesi ve toprak kaybı nedeniyle ada devletleri ciddi panik içerisindeyken bizimkilerin iki yarım adadan oluşan şehri bir adaya çevirme isteği akıl alır gibi değil. Bu sadece ve sadece İstanbul’un su ve iklim kırılganlığını arttıracak bir şey.

“KANAL BÖLGESİNİN EKONOMİK GETİRİSİ OLAN BAŞKA DEĞERLERİ DE VAR”

Ben bu projenin rotasında baştan aşağı bir kaç kez yürüdüm. Buranın yapılaşmadan korunması gerekiyor ve oralardaki tarım ve hayvancılık faaliyetlerinin artırılması gerekiyor ki buralar proje yapılmazsa bu sefer de aşırı kentleşmeye maruz kalmasın. Buralarda hiking faaliyetleri ve kent doğası içerisinde etkinlikler düzenlenebilir. Proje güzergahında yer alan 25’i tescilli bir sürü tarihi yapı var ve bunların korunması lazım. Bu yerlerin tanıtımı yapılır, ziyaretçilere ve turizme açılırsa bu şekilde de kullanılabilir. Buradaki su varlıklarının korunması içinde üzerindeki aşırı talep yükünün de hafifletilmesi gerekiyor. Bu da İstanbul’da suyun tasarruflu ve verimli bir şekilde kullanılması gerektiği anlamına geliyor. Gri suyun yeniden kullanılması, yağmur suyu hasadı ve yağışların kentin toprağına değmesi için yeşil alanların arttırılması  gerek. Burada en büyük görev İSKİ’ye düşüyor. Bu rotanın emlaktan gelecek rant rotası olarak görülmemesi lazım. Ekonominin dilinden konuşursak belki dinlenir. Buranın ekonomik getirisi olan başka değerleri de var.

KİMDİR | AKGÜN İLHAN

Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Peyzaj Mimarlığı’nı 1996’da bitirdi. Önce Hacettepe Üniversitesi Eğitim Programları bölümünde (2002) ve sonra İsveç Enstitüsü bursu ile Lund Üniversitesi Uluslararası Çevre Bilimi (2005) ana bilim dalında yüksek lisanslarını tamamladı. UNESCO Su Bilimleri Bölümü’nde (Paris) tüm dünyada 100’den fazla büyük nehir havzasını kapsayan su yönetimine halk katılımı temalı “Çevre, Yaşam ve Politika için Hidroloji”(HELP) adlı bir projeyi yürüttü. 2005’te Barselona Otonom Üniversitesi (UAB) Çevre Bilimleri ve Teknolojileri Enstitüsü’nde (ICTA) Politik Ekoloji dalında başladığı doktorasını Katalan Hükümeti bursu ile tamamladı (2010). Aynı dönemde (2005-2008) Avrupa Birliği fonlu Bütünleşik Sürdürülebilirlik Değerlendirme Yöntem ve Araçları (MATISSE) adlı projede araştırma görevlisi olarak çalıştı. İspanya’da Eco-union adlı STK’da profesyonellere yönelik eğitim programları da veren Akgün İlhan (2006-2009), 2012-2018 arasında da Su Hakkı Kampanyası’nda (İstanbul) çalıştı. Çeşitli dergi ve kitaplarda yazıları olan Akgün İlhan, ”Yeni Bir Su Politikasına Doğru: Türkiye’de Su Yönetimi, Alternatifler ve Öneriler” (2011) adlı kitabın yazarıdır. Ayrıca Açık Radyo’da önce Su Hakkı’nı (2012-2018) hazırlayıp sunmuştur. 2018 yılından bu yana ise Sudan Gelen adlı programın yapımcısıdır. Akgün İlhan ayrıca 2016 yılından beri Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Bölümü’nde ”Çevre ve Turizm” ile ”Sosyal ve Çevresel Perspektiflerden Sürdürülebilirlik” adlı lisans dersleri vermektedir. Akgün İlhan aynı zamanda 2019-2020 Mercator-İPM Araştırmacısı olarak Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi’nde çalışmaktadır.

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram