Sınırlar ve illegal kimlikler

Bir göçmen sınırları illegal yollarla geçiyorsa, ‘illegal kimlik’ üzerine yapıştırılır ve yolculuk boyunca bunun tüm komplikasyonlarını yaşar: Geri itme, gözaltına alınma, tutuklanma, kamplara yerleştirilme…

KRONOS 14 Nisan 2022 GÖRÜŞ

Türkiye, İran sınırının tamamına duvar örüyor

HAFZA GİRDAP*

Akademik bir alan olarak sınır çalışmaları kapsamında; sınırlar, sınır çizme ve kuşatmaları kavramsal değişiklikler yaşıyor son yıllarda. Böyle bir değişimin doğasındaki temel dinamik, haritalar üzerindeki çizgilerden, daha soyut olan etnik, dini ve kültürel etkenlere doğru evrildi. Bu bağlamda, sınırlar ve sınırlamalar artık sadece bir ulus devlet projesi değil, aynı zamanda vatandaşın da dahil olduğu bir mesele. Huntington’ın meşhur “medeniyetler çatışması” tezini hatırlayacak olursak; sınır çalışmaları ve politikalarında böyle bir anlayış, kimin legal/illegal, uygun/uygun değil, gelişmiş/gelişmemiş olmasına karar verme imkanı yaratmakla beraber adil/adil olmayan, demokratik/demokratik olmayan gibi yargıları da belirleyen bir araca dönüşüyor. Sözün özü, sınırlar ister coğrafi olsun ister politik, ‘içselleştirme’ ve ‘dışsallaştırma’ fikrinin ve uygulamalarının temelinde önemli bir faktör olarak yer alıyor.

Tüm bunları gözönünde bulundurduğumuzda, şöyle bir düşünceye varılabilir. Akademi ve politikalar bağlamında; sınırlar ve sınırlara dair kavramlar, uygulamalar yeniden tanımlanabilir, oluşturulabilir ve/veya yapı söküm felsefesiyle analize tabi tutulabilir. Elbette bu anlamda dikkate alınması gereken hususlar arasında coğrafyalar, ırk, din, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet yer almakta. İşte tam bu noktada sınırlar be onların en doğal, en kaçınılmaz sonucu olan göç meselesinde, kadınların tecrübeleri bu konudakı tartışmaların olmazsa olmaz bir parçası. Yukarda bahsettiğim sınırların hem fiziksel hem mental varlıkları yani hem görünür hem görünmez boyutları, cinsiyet odaklı göç çalışmalarında çok önemli bir rol oynuyor. Bunu anlamak için çok basit bir çerçeve sunma açısından göç yolculuğu; ülkeden ayrılmaya iten sebepler, yolculuk esnasında yaşananlar/maruz kalınanlar ve hedef noktaya varıldığında başlayan tecrübeler olmak üzere 3 perspektifte değerlendirilebilir. Tabi ki bu üç aşama ayrı ayrı ele alınmakla beraber, biribirleri üzerindeki ve sonuç olarak göçmen üzerindeki etkisini incelemek için kesişimsel bir metoda da tabi tutulmasi gerekir. Bu tartışmada göz önünde tutulması gereken diğer önemli faktörler arasında; globalleşme, neoliberalizm, sömürgecilik/sömürgecilik sonrası dönemler gibi göçe iten sebepler ile göç politikaları, göçmen algısı gibi dinamikler sayılabilir.

Daha önce ifade ettiğim gibi; sınırların politik, sosyal, kültürel çıkarımları, hem göç nedenleri hem de toplumda göçmen algısını belirlemede çok önemli rol oynuyor. Mental sınırlar kavramını düşününce, daha orijin ülkede başlıyor sorunlar kadın için. Eğitim, emniyet, yargı, sağlık, din sistemleri kadını bireysel ve kolektif olarak sınırlandırıyor ve ayırımcılık/şiddete maruz bırakıyor; ev içi şiddet özel alanın sınırlarından çıkıp kamusal alana giriyor ve sistematik şiddete dönüşüyor. Ve böyle bir durum zorunlu göçe kadar ilerletebiliyor meseleyi. Burada sınırların fiziksel ve mental (görünür ve görünmez) boyutlarına, göç nedenleri olarak dikkat çekmek istedim. Gelelim göç yolculuğundaki duruma. Sınırlar, bireyleri legal/illegal olarak etiketler demiştik. İşte tam bu noktada göçmen, hele de sınırları illegal yollarla geçiyorsa, ‘illegal kimlik’ üzerine yapıştırılır ve yolculuk boyunca bunun tüm komplikasyonlarını yaşar: geri itme, gözaltına alınma, tutuklanma, kamplara yerleştirilme… Kadın ve non-binary göçmenler ise, tüm bunların üzerine taciz ve tecavüze maruz kalarak göçün cinsiyet odaklı komplikasyonalrını da yaşar. Son aşamada yani hedef noktaya ulaşıldığında bambaşka bir boyuta taşınır göç ve göçmen tecrübesi. Cinsiyet, ırk, din, etnik köken gibi kesişimsel kimliklerin üzerine eklenen göçmenlik, kesişimsel ayırımcılık ve şiddete dayanak oluşturur. Burada ise göçmen politikaları ve kamuoyunda göçmen algısı arasında korelatif bir ilişki sözkonusu. Toplumda halihazırda var olan algı, medya ve politikanın da etkisiyle şekillenir; politikalar da buna göre üretilir. Üretilen politikalar, politik söylemler kamuoyuna yeniden şekil verir.

Bu noktaya kadar var olan resmi çizmeye çalıştım ontolojik ve epistemolojik olarak. Ne yapılabilir sorusunun cevabı ise oldukça kompleks. Sonuç almak hızlı ilerlemese ve istenen seviyede olmasa bile çok şey yapılabilir. Hem bir akademisyen hem de bir aktivist olarak benim yöntemim, hem akademide hem tabanda çalışamaların altını çizmek. Göçmenlerin tecrübelerinin, kendi gözlerinden, kendi sesleriyle duyrulması akademide de sivil toplum çalışmalarında da mümkün. Mülakatlar yoluyla hazırlanmış araştırmalar ve göçmenlerin topluma entegre olarak yaptığı çalışamalar aynı hayati rolü oynuyor bana göre bu hususta. Rejimlerin ve medyanın yarattığı “güvenlik tehditi” algısının temelinde yatan nedenler arasında (toplumsal açıdan) bilmemek/bilinmezlik yer alıyor. O yüzden görünür olmanın, toplumla doğal bir şekilde angaje olmanın fonksiyonu asla küçümsenemez. Mesleğimizle, sosyalleşmekle ve sosyal dayanışmaların parçası olmakla böyle bir pozitif angaje (entegrasyon) büyük oranda başarılabilir. Bir batı ülkesinin ve bir üniversitenin parçası olarak yaptığım “Müslüman göçmen kadın kimlikleri” konulu araştırmada, çalışmanın öznesi olan kadınların seslerine bizzat yer vermenin çok önemli ve çok güçlü bir tesir yarattığını söyleyebilirim.

Son söz olarak; sınırlar hem fiziksel hem mental anlamlar içerir, hem yereldir hem globaldir, politik olarak yaratıldıkları gibi sosyal, kültürel anlamları da vardır. En önemlisi halihazırda insan eliyle coğrafi veya politik olarak yaratılmış olan sınırlar, bozularak yine, yeniden yaratılabilir.

*Hafza Girdap, Akademisyen

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram