O şarkı beş yıldan beri vardı; niçin şimdi?

Sezen Aksu'ya yöneltilen saldırı Türk derin devletinin klasik çalışma yönetimini bize bir kez daha gösterdi. Rejimin başındaki şahıs da kalktı "o dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir" diyerek, tüm muhaliflerine din üzerinden gözdağı verdi.

AYHAN TEKİNEŞ 22 Ocak 2022 GÖRÜŞ

Eleştirinin ahlakı var mıdır? Tabii ki vardır. Eleştirinin kanaatimce en temel ahlaki ilkesi ezileni ezmemek, mazlumu suçlamaya hizmet etmemektir. Eleştiri, güçlünün kendisini haklı hissetmesine ve zorbalığın makul karşılanmasına yardımcı olduğunda ahlakiliğini yitirir.

Linç ile eleştiriyi birbirinden ayıran eleştirinin muhalif karakteridir. Zira iktidara ve güce arkasını dayayan eleştirinin linçten farkı kalmaz. Linç talan ve yağmacılık kültürünün devamıdır. Popüler eleştiri de bir çeşit linçtir. Herkes eleştirdiği için eleştiri kervanına katılmak eleştirinin tabiatına zıttır. Herkes tarafından normal algılananı ya da zorla dayatılanı eleştirirsiniz.

Ahlaki davranışlar gibi eleştiri de olayın niteliğine ve eleştirenin amacına göre nitelik değiştirir. Mesela sokakta oyun oynarken topuyla bir evin camını kıran bir çocuk düşünelim. Ev sahipleri çıkıp demir çubuk ve sopalarla çocuğu dövmeye hazırlandığı esnada ‘çocuk haksız, sokakta top oynanmaz’ diyerek çocuğun davranışını eleştirmek, çocuğun dövülmesini teşviktir. Bu durumda kimi sessizce seyretmeyi kimi çocuğu suçlamayı doğru bir davranış olarak düşünebilir. Ancak unutmayalım ahlaki davranışlarda doğruluk adaletli olmaktır. İnsafsızca hırpalanan bir insana onun da suçları var diyerek, eleştiri yöneltmek adaletsizliktir ve ahlaksızlıktır.

Epistemolojik eleştiri, gerçeği ortaya çıkarmak içindir. Siyasi ve ahlaki eleştiri ise adaleti ve özgürlükleri korumak içindir. Despot yönetimler, özgürlükleri sınırlandırmak, adaletsizliği perdelemek için, kurgusal düşmanlarının her kesim tarafından eleştirilmesini sağlayacak ortamları önceden hazırlar sonra da onları taraftarlarının desteğiyle imha ederek, hem topluma korku hem de muhaliflerine gözdağı verirler. İcad edilen düşmanı ötekileştirmek için devlet tüm enstrümanlarını devreye sokar. Sonuçta düşmanın ötekileştirilmesinde toplumsal bir mutabakat sağlanır. İşte o zaman despot yöneticiler, düşman ilan ettikleri kişi ve gruplara istediklerini rahatça yapabilirler.

Sezen Aksu’ya yöneltilen saldırı Türk derin devletinin bu klasik çalışma yönetimini bize bir kez daha gösterdi. En iyi oynadığı oyunu sahneye koyan derin rejim elemanları, tenkit amacıyla sahneye aldıkları şarkıcının beş yıl önceki bir şarkısını gündem yaptı. Önce sokak serserileri şarkıcının evinin önüne gönderilip, şiddet devreye sokularak toplumsal ilgi uyandırıldı ve heyecan artırıldı. Hemen peşine sivri dilli teologlara dini argümanlarla eleştiriler yaptırıldı. Diyanet güya sağduyulu gibi görünen ama ortak hedefe yardımcı olacak bir açıklama yaparak, Sezen Aksu’nun suçluluğunu herkese ilan etti. Bu arada derin devletin sanatçı ve gazeteci kılıklı ulusalcı aparatları devreye girip aslında şarkıcının nasıl bir Atatürk ve rejim düşmanı olduğuyla ilgili açıklamalar yaptılar. Hızını alamayan, derin devletin en yeni aparatı İslamcı teologlar Malazgirt’ten ve Alpaslan’dan başlayıp, Hz. Meryem’den Hz. Havva’ya kadar bütün mukaddes isimlere hakaret edildiğini ilan ederek “namütenahi bir utanç” içinde olunması gerektiğini bildiren fetvalarını İslamcı basın yoluyla ilan ettiler. Böylece sahne son vuruş için her yönüyle hazırlandı. Rejimin başındaki şahıs da kalktı, cuma namazından sonra camide halka hitap ederek, “o dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyerek, tüm muhaliflerine din üzerinden gözdağı verdi. Güya dini değerlere çok saygılıymış ve dinin hamisiymiş gibi propaganda yaparak, despot rejimi bir kez daha din üzerinden tahkim etti.

Ülkemizde insanlar, günlük hayatlarında bile benzer yöntemler izler. Zulmettiği kişiyi suçlar, eğer  suç bulamazsa onunla ilgili iftira üretip, kendi işlediği suçu mazur göstermeye çalışır. Karısını dövmek isteyen önce iftira atar sonra döver; işçisini işten atmak isteyen hırsızlık yaptı diye suçlayıp işten atar; iki kişi kavga ettiğinde güçlü olan, mağdurun hakaret ettiğini söyleyip çevreden yükselecek muhalif sesleri önceden susturur.

Suçluların mağdurları eleştirerek, haksızlığını perdelemesi, sık karşılaşılan bir durumdur. Aynı yöntemi devlet kullanınca, ikna ediciliğini artırıcı unsurları da devreye sokar. Toplumun güvendiği kurumları ve tanınan gazetecileri kullanarak iftira ve ithamlarını kolayca perdeler. İşte bu sebeple devlet aygıtlarının topluca suçladığı ve lanetlediği kişilerin uğradığı haksızlıklara karşı çok daha dikkatli ve hukuklarını koruma konusunda çok daha hassas olmak gerekir. Bu gibi durumlarda suçlamanın içeriğini tartışmak, devletin kurduğu oyuna gelmek demektir. Zira içeriğin tartışılması, suçlanan kişiye karşı toplumsal gerilimin artırılmasından başka hiçbir işe yaramaz.

Bu sahne ilk defa kurulmadı. Çok tekrarlanan bir oyunla karşı karşıyayız. Önce düşmanlaştırıp, sonra zalimce ezmek aslında bütün diktatörlerin uyguladığı bir stratejidir. Ne yazık ki hemen her zaman da başarıya ulaşan bir strateji. Bazen vatan ve millet düşmanlarına, kimi zaman dini değerlerle alay edenlere hatta bazen de içteki gizli hainlere yöneltilen eleştiriler aslında sadece zulümleri perdelemekte kullanılan bir araçtır. ‘Onlar da hakkettiler’ imajı verilerek, zulüm meşrulaştırılır. Adaleti arama aracı olan eleştiri böylece zalimlerin halkı sindirme aracına dönüşür. Şayet bu kirli oyunun herhangi bir yerinde oyuna dahil olup, mağdurun eleştirilmesine katkı verirseniz, dolaylı olarak despot yöneticilere yardım etmiş olursunuz. Sadece şunu sorun, o şarkı beş yıldan beri vardı; niçin şimdi?

 

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com