Millet, ulus, vatan, memleket vb. ne demek?

Türk edebiyat dünyasında – ve dolayısıyla Türk toplumu içinde – küçüklü büyüklü, eski ve yeni, sekiz (ideolojik) grup var: Yabancı düşmanlığı olan ve olmayan; kendi devletini eleştiren ve eleştirmeyen; Batı’yı beğenen ve beğenmeyen vb. biçiminde farklı sekiz grup...

HERKÜL MİLLAS 29 Haziran 2022 GÖRÜŞ

Kelimeler farklı anlamlar edinince en başta sağırlar diyaloğu yaşanır. Sonra “kafalar karışır”. Daha sonra sıra yanlış anlamalara gelir, hatta kavgalara bile. İnsanlar anlaşamadıklarında ilk aklıma gelen ihtimal, dil sorunu, daha somut söylersem, kavramlar sorunu yaşadıklarıdır.

Millet, milliyetçilik, ulus, ulusçuluk, vatanperverlik, ırkçılık gibi kavramlar yanlış anlamalara neden olan kelimelerdendir. Ben de yazılarımda bu kelimeleri bolca kullanıyorum. Yanlış anlamalara neden olmaları hiç şaşırtıcı değildir. Bu yazı bu konuda. Dilbiliminin bazı temel ilkelerini hatırlatarak başlamak en iyisi.

Kelimelerin kendilerinden doğan anlamları yoktur; anlamlarını biz insanlar veririz. Bazen bu anlamlar tartışma yaratmazlar. Örneğin “ağaç” kelimesinde anlaşmazlık beklenmez. Alt tarafı parmağımızla gösterip “işte bunu demek istiyorum” diyebiliriz. Yine de büyükçe bir fundalığın ağaç olup olmadığı tartışma yaratabilir.

Daha soyut şeyler konusundaki kelimeler ciddi sorun olabilir. “Güzellik”, “aşk”, “namus” bu tür kelimelerdendir. Güzellik kavramının ve anlayışının toplumdan topluma ve zaman içinde değiştiğini biliyoruz. Aslında aşkın ne olduğunu anlamış bile değiliz, ne olduğu konusunda nasıl anlaşacağız? Namus da her toplumda aynı değil, bizim namussuz saydığımızı başkalarının öyle görmediğini her gün görüyoruz. Yolsuzluk hırsızlık değildir diyen de çıkabilir.

Bu konuda en sık yapılan yanlış “güzellik nedir?”, “milliyetçilik nedir?” türünde sorular sormaktır. Soru yanlış olduğu için cevap da çıkmazlara ve anlaşmazlıklara neden oluyor. Kelimelerin anlamları her birimizin onlara verdiği anlamdır. Daha doğrusu üyesi olduğumuz “grubun” verdiği anlam bu kelimelerin anlamıdır.

Yani kelimenin farklı anlamları olabilir. “Milliyetçilik nedir” sorusu ek bir soruyla birlikte sorulursa anlamlı olur: “kime göre nedir?” Kendine kıvançla “milliyetçiyim” diyen ve milliyetçi kelimesini “ülkesini seven ve bu uğurda çalışan” anlamında kullanan için bu kavram olumluluk içerir. Yok, başka biri milliyetçilikle Hitler’in neden olduğu saldırı siyasetini anlıyorsa milliyetçilik de olumsuzluk ifade eder.

“Kime göre” sorusu unutulursa, sonsuz tartışmalar yaşanır ve genellikle “bana göre milliyetçilik şudur budur” diye tanımlar duyulur. Kilit kelime “tanımdır”. Kullandığımız kelimelerin baştan tanımlanması iyi olur; ama bu da o kadar basit değil. Çünkü konuşurken her üç beş kelimede bir parantez açıp kelimelerin tanımını yapmak hiç pratik değil!

Zaten insanlık tarihi içinde buna gerek duymamıştır. Çok basit bir nedenden dolayı. İnsanlar gruplar içinde yaşar. Grup derken, köyü, kabileyi, bir yöreyi, bir ülkeyi, bir milleti demek istiyorum. Bu grupların dillerinde kelimelerin anlamları zaten belli bir anlam taşır. Grup içinde bu anlamlar konusunda bir uzlaşma – konsensüs- oluşmuştur. Kelimelerin anlamları konusunda sorun yaşanmaz.

Sorun, farklı “grupların” karşılaştıklarında yaşanır. (Yüzyılımızda da bu “karşılaştırmalar” ve çok kültürlülük çoğalmıştır.) Çünkü bu kez kelimelerin anlamlarında uyum olmayabilir. Farklı gruplar bu kez farklı milletler, etnik gruplar, dini veya ideolojik cemaatler, farklı akademik meslek grupları, çoğunluk içinde yaşayan azınlıklar veya diyasporalar olabilir. Bunların kelimelere verdikleri anlamlar farklı olabilir. Bu durumda ne yapacağız?

Sanırım çıkış yolu pek kolay değildir. Ama durumun bilincinde olmak yardımcı olabilir. En başta farklı tanımların söz konusu olduğunu bilmek ve gerekli açıklamaların yapılması yararlıdır. “Bu kelimeyi şu anlamda kullanıyorum” demek iyi bir yöntemdir.

Belki daha önemlisi, kelimeler ve sıfatlar üzerinden düşünmek ve konuşmak yerine “olayların” ve davranışların sonuçları üzerinden konuşmayı denemek iyi bir çıkış yolu olabilir. “Sen şusun busun” diye nitelemelerle konuşmak yerine “yapılanlara” göre değerlendirmelere ve sınıflandırmalara yönelmek daha yapıcı olabilir. Başka türlü söylersek, değerlendirmelerimizi insanların kendilerini algıladıklarına ve kendilerine yakıştırdıkları “isimlere” göre değil, yaptıklarına göre oluşturmamızdır. Bu konu biraz karmaşık olduğu için bir örnek kullanarak anlatmaya çalışacağım.

Yunanistan’ın başkenti Atina’da Syntagma Meydanı . (FOTOĞRAF: SELAHATTİN SEVİ)

Nitelemeler yerine davranışlar

Doktora çalışmamı örnek olarak kullanacağım. Bu çalışmamın amacı Türklerin ve Yunanlıların karşı tarafı, yani birbirini nasıl algıladığı idi. Veri olarak da edebiyat metinlerini, romanları ve öyküleri kullandım. Baştan her grubun içinde farklı görüşlerin olacağı biliyordum. Sıkça kullanılan yöntem bu iki ülkenin edebiyat metinlerini sol, sağ, milliyetçi, dindar gibi gruplara ayırarak incelemektir. Bu yöntemden özellikle kaçındım. Çünkü bu gruplaşma, verilere yani davranışlara dayanmıyor; yakıştırmalara dayanıyor. İnsanların kendilerine yakıştırdıkları veya başkalarının birilerine yakıştırdıkları nitelemelere. Ayrıca bu nitelemelerin tanımı da yapılmadan.

Yöntemim insanların davranışlarına bakmak oldu. Yazarların nasıl nitelendiklerini hiç göz önüne almadan şu sorunun cevabını aradım. Bir Türk “Yunan” denen kimselere bakınca ne görür, ne der, ne düşünür, ne önerir. Aynı biçimde bir Yunanlıya bir “Türk’ten” söz edince ne yapar, ne görür (9 nolu yazımdaki Rorschach testine bakınız) Çalışma çok ilginç sonuçlar verdi. Aynı “şeye” bakan insanların farklı şeyler gördükleri ortaya çıktı. Bunları sınıflandırdım ama onlara hemen isim ve niteleme vermeden.

Daha ilginci, “ötekine” bakanların farklı şeyler görmelerinin yanı sıra, kendi devletlerine, Batı’ya, kentin bir semtine, dinlerine de farklı baktıklarını da gördüm. Bu kategoriler arasında bir korelasyon faktörü olduğu ortaya çıktı. (Korelasyon faktörü (corralation factor), iki değişken arasında güçlü bir ilişkinin olduğunu gösteren istatistiki bilgidir.)

Örneğin, Yunanı düşman olarak algılayan, kendi devletini üstün görüp, Beyoğlu’nu ahlaksız sayıp, Batı’ya karşı da oluyor. Batı’yı beğenen, Beyoğlu’nu da beğeniyor ama kendi devletine eleştirel yaklaşıyor ve Yunan’ı ahlaksız ve düşman görmüyor. Aslında 400 romanın verilerini bu biçimde sınıflandırınca Türk edebiyat dünyasında – ve dolayısıyla Türk toplumu içinde – küçüklü büyüklü, eski ve yeni, sekiz (ideolojik) grup çıktı: Yabancı düşmanlığı olan ve olmayan; kendi devletini eleştiren ve eleştirmeyen; Batı’yı beğenen ve beğenmeyen vb. biçiminde farklı sekiz grup çıktı.

Bunlara bir sıfat vermenin, bir isim vermenin bir anlamı var mı diye epey tereddüt ettim. Çünkü her gruba bir numara verip her birinin özelliklerini sergilemek yeterli olacaktı. Sonunda okura yardımcı olması için şu nitelemeleri kullandım: Osmanlıcılar (ki artık bu tür romancılar bulunmuyor); bir geçiş dönemi yazarları (bunlar da artık yok); milliyetçiler; İslamcılar (ki bunlar da önemli farklar sergileyerek üçe ayrılıyor); Anadolucular (ki bugünün ulusalcılarını anımsatıyorlar); Marksistler; İnsancıl olanlar; ve Gayri Müslimler.

Bu sınıflamam çok açık, çok belli bir tanım da içeriyor. Çalışmamda bir yazarın neden belli bir kategoriye girdiği açıklanmış ve gösterilmiştir. Sonuçlar bazı durumlarda sürprizler de içeriyor. Kendilerine “insancıl” ve “hümanist” diyenler “milliyetçi” ve hatta ırkçı çıktı; dindarım veya tarafsızım diyenler de öyle. Anlaşılan, insanların kendilerini nasıl gördükleri ile “davranışları” örtüşmüyor.

Yani insanların nasıl düşünüp nasıl davrandıkları konusunda pek tereddüt olmasa da bu gruplara verilen “isimler” tartışmalara neden oluyor. Belli bir yaklaşıma “yurtsever”, “vatansever”, “olumlu anlamda milliyetçi” veya tersine, “ırkçı”, “faşist”, “bağnaz milliyetçi” gibi isimler de verilebilir. Ne fark eder? Veriler belli, yapılanlar belli. Önemli olan budur. İsimler ikincildir, ve isim olarak kullanılacak kelimelerin anlamlarını zaten biz, yani grubumuz karar verecek. Ama o isim, kendimizi aldatmaktan veya huzur vermekten farklı bir işlevi olmayacak. Ve farkında bile olmadan insanların yaptıklarını ele almadan “isimler kavgası” yapılmaya başlanır: sen şusun, busun diye!

İlgili konulara nasıl baktığımı ve ne tür bir “metot” kullanmadığımı anlatmaya çalıştım ama – bana göre olan – milliyetçiliğin tanımını verdim mi? Henüz değil. Ancak bir ideolojinin bazı özelliklerini göstermiş oldum – ve bu tanımın temelidir. Geçen yazılarımda bir milli devletler dünyasında yaşadığımızı (2 no.lu yazı), milli önyagıları (no. 4), milli eğitimin etkilerini (no. 5 ve 6); milli kimliğin sınırlandırıcı etkilerini (no. 7); milliyetçiliğin bilinç dışı etkilerini (no. 9); milliyetçi algının nasıl önyargılı sınıflandımalara neden olduğunu (no. 10) ve nihayet milliyetçiliğin ne kadar yeni olduğunu (no. 11) örneklerle anlatmaya çalıştım.

Ayrıca bir milliyetçilik tanımına gerek var mı? Belki toparlayıcı bir tanım yararlı olabilir. Özellikle etrafta bolca kullanılan millet, ulus, vatanperverlik gibi kelimelere de bir açıklık getirerek. Tabii bu benim tanımım olacak! Başkalarının farklı tanımlar olabilir. Ama “farklı tanımların” doğurduğu sorunları de ele alan bir yazı gereklidir herhalde.