Mehmet Fatih Çıtlak ya da Şeyhstar Malumatfüruş Efendi…

Fatih Çıtlak'ın, Sefer Dal’ın yanında, sohbetlerini not almakla başlayan sufilik macerası farklı siyasi düşüncelerle müteşeyhliğe dönüştü. Son durağın neresi olacağını ise, bekleyip göreceğiz...

TUNCAY OPÇİN 25 Şubat 2018 PORTRE

“Başlık uzun olmuş” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak anlatacağım kişiyi en iyi bu başlık tanımlar, diye düşündüm. Üstüne üstlük baştan kanaatimi belirttim ki okurlar konu hakkında ikircikli, mütereddit kalmasın. Yani yazının sonunda söyleyeceğimi en başta söyledim.

Malumunuz, Türkiye’den uzakta, ABD’deyim. Yurtdışında olmam Türkiye’de yaşananlara bigane kalmamı gerektirmiyor. Günlük gelişmeleri hemen herkes gibi haber sitelerinden, gazetelerin internet sayfalarından okuyorum. Yeni çıkan kitapları ise, yine yayınevlerinin sitelerinden takip ediyorum. İlgimi çeken kitapları da sipariş verip, muhtelif yollardan ABD’ye getirtiyorum.

Tasavvuf tarihiyle ilgili kitaplar özellikle ilgi alanımda. Uzun yıllardır, bu sahada yayınlanan bütün kitapları almaya çalıştım. Türkiye’deki geniş kütüphanemin önemli bir kısmı tasavvuf tarihi kitaplarına ayrılmıştı. Tasavvuf tarihi özellikle de yakın tarihi dediğimde, Fatih Çıtlak’ın “Huzur Defteri” kitabını atlamak mümkün değil. Kitapta, son dönem meşayihinden Sefer Dal, Muzaffer Ozak, Fahreddin Erenden, Gönenli Mehmet Efendi gibi isimlerle ilgili kayda değer pek çok anekdot bulunuyor.

YEĞENİ ERDOĞAN’A GELİN OLDU

Şimdi bu kitabın ikincisi çıkmış. “Huzur Defteri-II” adıyla yayınlanmış. Tabii ilkini okuyan için ikincisini görmezden gelmek mümkün değil, diye düşünerek sipariş verdim. Birincisi ne kadar güzelse, ikincisi de o kadar itici. Bunun en önemli müsebbibi ise, kitabın yazarı olan Fatih Çıtlak’tan başkası değil. Aslında bu iki kitap, Çıtlak’ın dervişlikten müteşeyhliğe, sufilikten mutasavvıflığa geçişinin öyküsü gibi… O yüzden kitaba dair söyleyeceklerimi noktalayıp, pertavsızı Çıtlak’a tutalım.

İsterseniz önce, Fatih Çıtlak’ın kısa künyesini vereyim ve ardından da macerasına birlikte gözatalım. Çıtlak, 1967’de İstanbul-Fatih’te doğmuş. Ailesi semtin tanınan-bilinen muhafazakârlarından. Liseyi Fatih İmam-Hatip’te bitiren Çıtlak, lisans eğitimini Marmara Üniversitesi Türkoloji Bölümü’nde tamamlamış. Babası gibi, Cerrahi tarikatine intisap etmiş. Uzun yıllar kendi halinde yaşayan Çıtlak’a, AKP’nin iktidara geldiği 2002’den sonra sihirli bir el değmiş ve “şeyhstar”lığa giden yolu açmış. Konuyu “-mış”lı aktardığıma bakmayın, bu yükseliş hepimizin gözleri önünde oldu.

Çıtlak, önce haftalık haber dergisi Tempo’ya konuk oldu. Tıpkı, Tempo’nun başörtülü kadın kadrosundan yazar yaptığı Elif Çakır gibi, Çıtlak da merkez medyada varolan “İslami kalem” açığını kapatmak için kullanılan, “light” bir figür olarak arz-ı endam etmişti. Ancak, 2003’te Çıtlak’ın başına tam anlamıyla talih kuşu kondu: AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, Çıtlak’ın yeğeni Reyyan Uzuner’le evlendi.

Bu tarihten sonra Çıtlak’a ikbâl kapıları ardına kadar açıldı. Dönemin kudretlisine gelin veren ailenin parlak ismi, önce yayınladığı ve sürdürmekte oldukça zorluk çektiği Keşkül dergisini, büyük bir yayınevine devretti. Ardından da Çıtlak soyadını, AKPli belediyelerin Ramazan programlarında daha sık görür olduk. Bu programlar sponsor bulmakta hiç zorlanmıyor ve benzeri programlar televizyon ekranlarında yayınlanmaya başlıyordu.

AŞK DENİZİNİN SAKİN SULARINDA

Fatih Çıtlak, katıldığı televizyon programlarında, belediyelere hazırladığı çalışmalarda ağırlıklı olarak Mevlana’yı ve Mesnevi’yi anlatıyordu. Dönem, henüz AKP iktidarının kökleşmediği, alttan alta tepki gördüğü bir dönemdi ve herhangi bir kötü olasılıkta, Çıtlak’ın başını derde sokmak gibi bir niyeti yoktu. Düşük profil, ilahilikten soyunmuş, nereye çeksen oraya gider bir “aşk” tarifi ve arayışı hiç kimseyi rahatsız etmezdi. Çıtlak da, İskender Pala, Senai Demirci, Sadık Yalsızuçarlar gibi isimler tarafından köpürtülmüş aşk denizinde, gemisinin dümenini sakin denizlere kırmıştı.

AKP özellikle de Recep Tayyip Erdoğan iktidarını perçinledikçe, Fatih Çıtlak da vites yükseltti. Çıtlak’ın çıkardığı Keşkül bir müddet Cerrahiler tarafından destekleniyor ve satın alınıyordu. Dergâhın şeyhi Ömer Tuğrul İnançer’in de yazıları yayınlanıyordu. Ancak 2000li yılların ikinci yarısında Karagümrük Cerrâhi Asitanesi’yle Çıtlak’ın aralarında soğuk rüzgarlar esmeye başladı.

Çıtlak, İnançer’den hazzetmiyordu ve kendi başına hareket etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Asitane de Çıtlak’a mesafe koydu. Bu arada sessiz sedasız bir şekilde, Fatih Çıtlak tasavvuf tarihinde çok önemli bir yeri olan Sümbül Efendi Camii’nin bahçesinde yeralan bir binayı, kurmuş olduğu vakfa tahsis ettirmişti. Burada sema öğretiyor, tasavvuf müziği dersleri veriyordu. Ancak yapılanların bu kadarla sınırlı kalmadığı bir müddet sonra anlaşılacaktı: Çıtlak, burada şeyhliğini ilan etmiş ve mürit toplamaya başlamıştı.

MECLİS-İ MEŞAYİH REİSİ

Devir Çıtlak’ın devriydi ve AKP, hızlı adımlarla devlete hakim oluyordu. Çıtlak için artık yeni bir hamle yapma zamanı gelmişti. 12 Eylül 2010 Anayasa Referandum’u sonrasında AKP, Alevi Açılımı ilan etmiş, cemevlerini yasal statüye kavuşturmak için hazırlıklara başlamıştı. Ancak, bu açılımdan beklediği siyasi getiriyi göremeyen AKP kısa bir süre sonra, açılımı sonlandırmış, herhangi bir adım atmamayı tercih etmişti.

İşte tam bu dönemde, cemevlerine yasal statü kazandırma çalışmalarının yapıldığı sırada, “İrfan Meclisleri” projesi gündeme geldi. Buna göre, zaten varlıklarını yarı yasal bir şekilde sürdüren tarikatlar, yasal statüye kavuşturulacaktı. “İrfan Meclisi” adı altında, Tanzimat sonrası tarikatları denetim altına almak için kurulan Meclis-i Meşayih yeniden ihya edilecekti ve bunun başına da Fatih Çıtlak getirilecekti.

Bunun için tek engel, Çıtlak’ta herhangi hilafet ve şeyhlik bulunmamasıydı. Bu da “fahri” hilafetle aşıldı. Bir müddet sonra Mevlana’nın torunlarından oluşan Çelebi Ailesi iknâ edilerek, Çıtlak’a Mevlevi tarikati usullerine göre “sertârik”lik verildi. Bundan böyle Çıtlak, rahatlıkla Mevlevi sikkesi giyecek ve Sümbül Efendi Camii bahçesinde yer alan derneğinde Mevlevi usulünce mürit yetiştirip, ayin icra edebilecekti.

Çıtlak bu arada Bilal Erdoğan’dan biat alacak ve onu da müritleri arasına katacaktı. Burada asıl amaçlanan bir müddet sonra Erdoğan’a hilafet verilmesiydi. Çıtlak, belirsiz bir gelecekte postunu Bilal Erdoğan’a devredecekti. AKP, merkez partilerinin siyasi hayatlarının çok uzun olmadığını farketmiş ve cemaatleşme kararı almıştı. Bunun için gerekli İslami meşruiyeti ise Fatih Çıtlak-Bilal Erdoğan bağlantısı üzerinden hayata geçirmeyi planlıyordu. Recep Tayyip Erdoğan’ın “hilafet ve halifelik” arzuları da tam bu dönemde depreşmiş, ilk adım olarak Mavi Marmara Gazze’ye doğru yola çıkartılmıştı.

Çıtlak’ın, Sefer Dal’ın yanında, sohbetlerini not almakla başlayan sufilik macerası farklı siyasi düşüncelerle müteşeyhliğe dönüştü. Son durağın neresi olacağını ise, bekleyip göreceğiz…

 

HOŞSEDA

*Pyotr Ilyich Tchaikovsky-The Nutcracker, Op. 71, TH 14-Act 1: No.5 (Antal Dorati, Royal Concertgebouw Orchestra)

*Frederic Chopin-Nocturne en mi bernol majeur opus 9h2: Ballade en Sol Mineur No.1 (Fazıl Say)

*Yo-Yo Ma-Battle Remembered

*Franz Liszt-Hungarian Rhapsody No.2 in C-Sharp Minor (Vincenzo Maltempo)

*Havasi-The Storm

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram