Korkularım, İstanbul ve Ara Güler

Üsküdar Belediyesi'nin onuruna düzenlediği saygı gecesinde tavsiyelerde bulundu Ara Güler: Hayatta hiçbir şeyden korkmayın!

SELAHATTİN SEVİ 14 Ocak 2018 GÖRÜŞ

Steve McCurry ve Ara Güler. (FOTOĞRAF: SELAHATTİN SEVİ)

Üsküdar Belediyesi’nin onuruna düzenlediği saygı gecesinde tavsiyelerde bulundu Ara Güler: Hayatta hiçbir şeyden korkmayın!

Korkuyorum, Usta.

Meral Akşener gibi “Korkmuyorum lan!” demek kolay değil. Ne de olsa arkamızda Mehmet Ağar gibi ‘iyi’ arkadaşlar yok.

Yenibosna’daki o turkuaz yeşili cam binadaki İstikbal Salonu’nu hatırlarsınız. 10’uncu yılında teşrif etme inceliğini gösterdiğiniz ‘Artı 1T Gazete Tasarım Günleri’ de, o pırıl pırıl gençler de, Zaman Gazetesi de artık yok.

Bir bahar sabahı yüzlerinden umut ve iyimserlik yayılan 400 genç nerede, ne yapıyor bilmiyorum ama “kusursuz ev sahibi” Fevzi Yazıcı 17 aydır tutuklu yargılanıyor. Yetenekli olduğu kadar beyefendi kişiliği ile de kendini sevdiren Yazıcı’nın kahir ekseriyeti Zaman grubundan olan 200’e yakın gazeteci gibi somut bir suçuna rastlanamadı. Üstelik, son bir aydır hücre hapsinde…

Fevzi Yazıcı için korkuyorum.

Ne güzel özetlemiştiniz Yazıcı’nın ve sevgili öğrencilerinin can kulağı ile dinlediği o müstesna günde mesleğimizi: “Foto muhabiri kendi zamanını gelecek asırlara aktarır. Biz bunu yapan adamlarız.”

Foto muhabirleri olarak hep onu yapmak istemiştik. Japonya’dan Haiti’ye, Guantanomo’dan Açe’ye kadar Zaman foto muhabirlerinin ayak basmadıkları yer kalmamıştı. Sizin Çetin Altan, Yaşar Kemal gibi büyük ustalarla gerçekleştirdiğiniz “memleket hikayelerini” de ihmal etmemiştik. Sanırım Hayat mecmuasından sonra en uzun soluklu “foto röportaj” neşreden yayındık.

İhtilal dönemlerinde sansür uygulayanlara yaptığınız sitemleri dillendirmek ne mümkün şimdi! Haklısınız, sizin kadar iyi küfür edemiyoruz ama “Senin yaptığın darbeden biz olmasak kimsenin haberi olmaz be!” sözünü biz de suratlarına çarpabilirdik cesaretimizi toplayıp.

Ne mümkün…

Türkiye sıradan onurlu insanlar ve aydınlar için ‘cehennem’ olsa da gazetecilik ve foto muhabirliği için teşbihte hata olmasın bir ‘cennet’.

Ama özgürce çalışabilmek imkanı kalmadı. Gazeteciler, foto muhabirleri ya ‘içerde’ ya da ‘dışarda’. Neler oluyor Türkiye’de diye merak edip gelen yabancı meslektaşlarımız ise devletler dengesinde koz olarak kullanılmak üzere özgürlükleri ellerinden alınan birer rehine. Gün geçmiyor ki bir insan hakları örgütü, yabancı ülke başbakanı veya yetkilisi Türkiye’deki basın mensubu vatandaşları için açıklama yapmasın.

Aylardır tutuklu olan 11 bin insana, “Sizde ByLock var sanıyorduk ama yokmuş” deniyor da, ne bir gazeteci haber yapıyor ne de bir foto muhabiri o insanların portresini çekebiliyor.

Uluslararası sözleşmeler ve mevcut yasalara göre suç olsa da onlarca hamile kadın doğumhaneden karakola götürülüyor da tek bir foto muhabiri kayda geçiremiyor. Ya hapishanelerdeki 668 bebek…

Mesleğimiz adına korkmayalım mı?

Üsküdar’daki “Saygı Gecesi”ne katılan Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Ara Güler İstanbul’un hikayesini anlatıyor” sözleriyle bir hakkı teslim ediyor. Ne yazık ki, en az Kalın kadar güzel bağlama çalan Selahattin Demirtaş serhat hapishanesinde kendi öyküsünü yazıyor.

Demirtaş’ın fotoğrafını Ara Güler de, Selahattin Sevi de, diğer foto muhabirleri de çekmek ister. Gelin görün ki HDP eşbaşkanı 434 gün sonra lütfen duruşmaya getiriliyor, görüntüsünü alabilenler partili arkadaşları veya davayı takip eden insan hakları aktivisitleri. Tıpkı hastanedeki, hapishanedeki sıradan insanların görüntülerini işlerini yapamayan/yapmayan muhabirlerin, foto muhabirlerinin yerine ifa etmesi gibi…

Tutukluyken hasta oğlu Berk’i göremeyen, cenazesinde ise minik kızıyla kelepçeli olarak dua eden acılı baba Bekir Görmez’in dramını gelecek kuşaklara kim aktaracak?

1998 yılında Time için Altunizade’deki ikametgâhında enstantaneler aldığınız Fethullah Gülen artık bir ‘nefret objesi’. Gülen’le ve öncülük ettiği kurumlarla bir şekilde yolu kesişenler ise sosyal lincin ve bir tür ‘kırım’ın yeni mağdurları. Tıpkı Anadolu’nun kadim halkları Ermeniler, Rumler gibi sürülüyor, kırılıyor, mallarına mülklerine el konuluyor.

Sizin fotoğraflarınızla hayat bulan Sütlüce’nin, Eyüp’ün, Çekmece’nin, Anadolu’nun ‘sıradan insanları’nın çocukları ve torunları perişan.

Ülkenin ve İstanbul’un sıra dışı hikayelerini modern bir üslupla anlatan 20’lerindeki Çağdaş Erdoğan mahpus. Çektiği fotoğraflar ‘çağdaş bir İstanbul anlatısı’ olarak çoktan kabul gördü ve İngilizce bir kitabın iki kapağının arasına girdi.

Kitapları dışarda, kendisi aylardır içerde olan Çağdaş Erdoğan için nasıl korkmayalım?

Ya Ahmet Şık?

Bakmayın siz Ahmet’in edebiyat tadı veren, Türkçenin bütün imkanlarını sonuna kadar kullandığı manifesto gibi savunmalarına. O her şeyden önce bir foto muhabiridir. İstanbul sokaklarının tozunu yuttuğu kadar Doğu’nun, Güneydoğu’nun mayınlı coğrafyasını da yaşamıştır dört mevsim. Türkiye’nin mayın mağduru insanlarla ilgili ilk ve belki de tek fotoğraf kitabı Ahmet Şık’ındır.

Dokunsa da yanan, konuşsa da yanan Ahmet için de korkuyorum.

Polis infazıyla hayatını kaybeden Metin Göktepe ödülünü alınca yaptığı işleri geniş kesimlerin tanıdığı, benim de o zaman farkına vardığım Zehra Doğan’ı kimse bilmese de hür dünya biliyor. Bağdaş kurarak boyundan büyük kağıtlara resimler yapan güzel gülüşlü Doğan’ın işleri Fransa’nın en prestijli salonlarında sergilense de o haber yaptığı, fotoğraf çektiği, resim çizdiği için hayatının 33 ayını Diyarbakır zindanlarınada geçirecek.

Zehra için de korkuyorum açıkçası.

Evet, çok haklısınız. “İstanbul’un içinde yaşamak yetmez. İstanbul’u tatmak lazım, kokusunu almak lazım. İstanbul kokudur…”

Kokusunu özlediğim İstanbul için, Türkiye için korkuyorum.

Biliyorum, yaşadığımız güzel günler bir ‘Kodachrome 64’ filminin pastel dokusu gibi geride kaldı. Son 36’lık pozun 26’ıncı karesinin Steve McCurry’nin Nikon’unun sabitlediği o unutulmaz İstanbul ikindisi bir kez daha geri gelmeyecek. Sayılı pozlar gibi, sayılı günler de bitecek. Hayat Paul Simon şarkısı gibi gökkubbede hoş bir sada olacak.

“Kodachrome / Sen verdin bize bu parlak güzel renkleri / Yazın yeşilini bize sen verdin / Öyle ki dünya hep güneşli hep yeşilmiş gibi / Bir Nikon fotoğraf makinam var / Fotoğraf çekmeye aşığım / Ve anne Kodakrom’umu benden alma.”

Bugünleri ise gazeteciliğin ve foto muhabirliğinin kayıtları ile değil, gönüllü gönülsüz yandaşların bültenleriyle hatırlayacağız.

Evet, bundan korkuyorum.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com