‘Kamber Ateş nasılsın?’

Rüyalarını Kürtçe gören bu insanlara bu eziyet niye? Türkiye’de milliyetçi saiklerle hareket edenlerin kötü bir Türkçe ile konuşup yazmasını ve Türkçe edebiyata Kürt yazarların yaptığı büyük katkıyı düşünecek olursak son derece ironik bir durum içindeyiz.

FİRDEVS CANBAZ YUMUŞAK 12 Şubat 2022 GÖRÜŞ

11 Şubat 1999’da Magazin Gazetecileri Derneği ödül töreninde Ahmet Kaya ve eşinin linç edilmeye çalışılmasının üzerinden tam 23 yıl geçmiş.

Ahmet Kaya, söz konusu ödül töreninde yaptığı konuşmada, hazırladığı albümdeki Kürtçe şarkısının haberini vermişti ve klibin yayınlanması ile ilgili talebini dile getirmişti. Sonrasını biliyorsunuz. Sözde medyanın attığı manşetleri hatırlıyoruz. Türkiye’de barındırmadılar. Ahmet Kaya, “Bir gün birileri nasılsa Kürt asıllı olduğu için Kürtçe bir tek şarkı söylemek isteyen bir adamın hiçbir ülkeyi bölmediğinin öyküsünü yazacak ve bu öyküyü okuyanlar şarkı söyleyen insanlardan ve şarkılardan korkulmaması gerektiğini anlayacaklardır” demişti. Bir yıl sonra Paris’te, sürgünde vefat etti.

Aradan 23 yıl geçmiş ama değişen bir şey yok. İstiklal caddesinde müzik yapan gençlerin Kürtçe şarkı söylemesine izin verilmiyor. Müzikten, şarkıdan, çeşitlilikten bu korku niye?

Türkiye’de tarih akmıyor. Sonsuz bir sıkışmışlık içinde herkes sadece sırasını bekliyor. Zalimler ve mazlumlar tarihi. Her gün bir acının yıldönümü.

TEK TÜRKÇE CÜMLE

Kürtçe yasaklarının simge isimlerinden İpek Ateş iki gün önce vefat etti. 12 Eylül darbesi sonrasında cezaevlerinde Türkçeden başka dil konuşmak yasaklanmıştı. İpek Ateş, cezaevinde oğlunu ziyarete gittiğinde bütün bir görüş boyunca oğluna, yolda öğretilen tek Türkçe cümle ile, “Kamber Ateş nasılsın?” diyerek seslenebilmişti. Şiir, öykü ve dizilere konu olan ana-oğul arasındaki bu tek cümlelik diyalog dil üzerinden kurulan tahakkümü yüzümüze vuruyor.

Darbeden sonra, 1983 yılında askeri yönetim tarafından yürürlüğe sokulan 2932 sayılı kanun ile sadece Türkçe dışındaki anadilleri konuşmak değil, Türkçeden başka dille yazılmış afiş, pankart, plak, ses ve görüntü bantları ile yayım yapılması da yasaklanmıştı. Yasaya aykırı davranma durumunda ağır hapis ve para cezaları veriliyordu. Bu yıllarda Kürt coğrafyasında yakılan kitaplar, gizli gizli dinlenen kasetler herkesin malumu. 1991’de söz konusu kanunun yürürlükten kaldırılmasıyla Türkçe dışındaki dillerde konuşmak, şarkı söylemek ve kaset, plak çıkarmak mümkün hale gelmişse de getirilen serbestlik oldukça sınırlıydı. 1999’da Türkiye’nin AB’ye aday üyeliği kesinlik kazanınca, uyum sürecinde Türkçe dışındaki anadillerin kamusal alana girişine izin verilmişti. Ancak bu izin de yayın yapacak kuruluş, program içerikleri, yayın saatleriyle sınırlamalarıyla devlet denetimindeydi.*

‘VATANDAŞ TÜRKÇE KONUŞ’ KAMPANYASINDAN BUGÜNLERE

Osmanlı gibi heterojen bir devletten homojen bir ulus yaratma çabasının yarattığı sorunlar devam ediyor ve bu sorunlarla yakın gelecekte de yüzleşecek gibi değiliz. Cumhuriyetin ilk yıllarında tasarlanan makbul vatandaştan Türkçe konuşması bekleniyordu. 1928’de hukuk fakültesi öğrencilerinin başlattığı “Vatandaş Türkçe Konuş” kampanyasıyla aslında sadece gayrimüslimler değil Kürtler de hedeflenmişti. Ulus devlet olma sürecinde asimilasyondan en çok etkilenen de Kürtler ve Kürtçe oldu. Bütün azınlık grupları ile birlikte ama en çok da Kürtler uzun yıllar yok sayıldı. 1959 ve 1969 yıllarında yayımlanan TDK sözlüklerinde Kürtler ayrı bir etnik grup olarak değil, dillerini değiştirmiş Türkler olarak tanımlanmıştı. Bugün hâlâ ana dillerin konuşulması rejime bir tehlike olarak görülüyor ve bu nedenle yasaklayıcı ve asimile edici politikalar devam ediyor. Temel insan haklarının bile birilerinin lütfuna kaldığı ülkemizde, seneye cumhuriyetin yüzüncü yıldönümünü kutlayacağız. Yüz yıl geçti ama her ırk ve inanıştan insanın barış içinde birlikte yaşadığı medeni bir yaşam alanı kuramadık maalesef.

İnsanın ana dilini konuşması en temel insan haklarından biriyken ve üstelik Kürtçe, Türkiye’de Türkçeden sonra en çok konuşulan dil iken, Türkiye’de son yedi yılda sadece Kürtçe konuştuğu için beş kişi öldürüldü. Saldırılardan yaralı kurtulan pek çok insan olduğunu da unutmayalım. Kürtçe mevlit okuduğu için tutuklanan 76 yaşındaki Ali Boçnak’a hasta olmasına rağmen “cezaevinde kalabilir” raporu verilmiş ve Boçnak 2020’de cezaevinde yaşamını yitirmişti. Kürtçe konuşanlar toplumda ırkçı uygulamalara ve fiziki saldırılara maruz kalıyor ve çoğu zaman bulundukları yeri terk etmek zorunda kalıyorlar.

2019’da Kürt ebeveynlerle yürütülen araştırmaya göre Kürtçe kullanımı 1/3 oranında azalmış, Türkçe kullanımı aynı oranda artmış. Bunda yıllardır uygulanan yok sayma, dışlama ve asimilasyonun etkisi büyük. Kürt çocuklarının eğitimde anadillerinden yoksun bırakılmaları, iletişim kurmada zorlanmalarına, kendilerini ifade edememelerine ve toplumdan dışlanmış hissetmelerine neden oluyor. Öte yandan okula başladıklarında Türkçe öğrenmeye çalışırken bu sefer de kendi anadillerini unutuyorlar. Kürtçe Dil Hareketi’nin sözcüsü Barış Celali’nin söylediği gibi zamanla politize olan dilin normalleşme sürecini gerçekleştirmek kolay olmuyor. Türkiye’de çözüm süreci görüşmelerinin başladığı 2012 yılında müfredata alınan Kürtçe seçmeli dersi için bu yıl kampanyalar düzenlendi. Kampanyaya sivil toplum da destek verdi. Seçmeli Kürtçe dersleri yıllardır Kürtlerle yanyana yaşayan ama tek kelime Kürtçe öğrenmemiş Türkler için de güzel bir fırsat doğuruyor ve dilin normalleşmesi bakımından son derece önemli bir adım.

‘İNSANIN VATANI DİLİDİR’

Bir Kürt köyüne tayini çıkan Türk öğretmen ile öğrenciler arasında yaşananları yansıtan “İki Dil Bir Bavul” filmi, Kürt coğrafyasında görev yapan öğretmenlerin bir eğitimsel tedbir olarak çift dilli eğitimin nasıl yapılacağı konusunda donanımlı, dilsel ve kültürel çeşitlilik hakkında eğitim almış olmalarının gerekliliğini vurguluyordu. Aksi halde pedagojiden mahrum, kültürel farklılıklardan habersiz öğretmenlerin Kürt çocuklarda açtıkları yaraların uzun yıllar kapatılamadığını biliyor ve Kürt yazarların roman ve öykülerine taşınan anlatılarda buna şahit oluyoruz. Selahattin Demirtaş da Leylan (2020) romanında kendi üslubunca bu konuya uzunca yer vermişti.

Yazar Yavuz Ekinci, “Dil bir insanın bütün kodlarının içine saklandığı bir yerdir. İnsanın vatanı yaşadığı toprak değil, insanın vatanı dilidir” derken ne kadar haklı. Pek çok Kürt çocuğu gibi yedi yaşında okula başlayana kadar Türkçe bilmediğini söyleyen yazar Mehmet Uzun, Türkçe eğitimle birlikte anadilini unuttuğunu, Kürtçe yazmayı ve Kürtçe bir roman dili kurmayı çok zor koşullarda kendi özel çabalarıyla öğrendiğini anlatıyordu.

Rüyalarını Kürtçe gören bu insanlara bu eziyet niye? Türkiye’de milliyetçi saiklerle hareket edenlerin kötü bir Türkçe ile konuşup yazmasını ve Türkçe edebiyata Kürt yazarların yaptığı büyük katkıyı düşünecek olursak son derece ironik bir durum içindeyiz.

Kürtler vardır. Kürtçe Kürtlerin ana dilidir. Ve insanın ana dilini konuşması en temel insan hakkıdır.

 

* “Türkiye’de Anadillere Yönelik Düzenlemeler ve Kamusal Alan: Anadil ve Resmi Dil Eşitlemesinin Kırılması”, Çağla Kubilay, 2005.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com