Erdoğan’ın İmamoğlu virajını kazasız belasız atlatma ihtimali yok

Erdoğan siyasi hayatının en keskin virajına, kaygan bir zemin ve eski lastikli bir arabayla giriyor. Bu virajı kazasız belasız dönebilme ihtimali çok düşük... “Tanrım bana bir daha böyle bir zafer verme!” diyen Pirüs’ün haline düşmesi, tüm stratejinin bir “Pirüs Zaferiyle” sonuçlanması çok muhtemeldir.

ÖMER MURAT 03 Ocak 2022 HABER ANALİZ

İçişleri Bakanlığı’nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yüzlerce çalışanına ilişkin başlattığı soruşturma ve bu çerçevede kabul edilen iddianame Erdoğan’ın baskın seçime hazırlandığının en büyük işareti olarak gözükmektedir. Erdoğan’ın bu tür seçimler öncesinde büyük siyasi krizler çıkararak, seçimi “ya onlar, ya biz”, “ya ben, ya kaos” şeklinde bir referanduma dönüştürme, böylece asıl meselelerin konuşulmasını engelleyerek gündemi tamamen kendisinin belirlemesi taktiği izlediğini artık neredeyse ezbere biliyoruz. Anlaşılan Erdoğan bu kez siyasi krizi İmamoğlu’nu görevden aldırarak başlatmayı planlıyor. Erdoğan’ın İmamoğlu’nu hedef seçmesinin ana nedeni sadece bir baskın seçimde karşısına aday olarak çıkarılması endişesini taşımasından ibaret değil.

İLK HEDEF: MİLLET İTTİFAKI’NIN KÜRT SEÇMENE AÇILIM YAPMASINI ÖNLEMEK

Kanaatimce Erdoğan, İmamoğlu hamlesiyle Millet İttifakı’nın HDP tabanına bir açılım gerçekleştirmesini imkansızlaştırma amacını gütmektedir. Anketlerde ortaya çıkan tablo, CHP ve İYİP’in alabilecekleri tavan oya ulaştıkları, bunun ise yüzde 40 civarı bir orana tekabül ettiğidir. Saadet ve Gelecek’in kabuğunu kıramaması, Deva’da yaşanan hareketliliğin ise kısa vadede büyüyen bir “kar topuna” dönüşmesinin beklenmemesi ve AKP/MHP’den kopan muhafazakar seçmenin Millet İttifakı’na oy vermeye ikna olmadığı meselesi hesaba katıldığında, seçim düğümünü çözecek aktör olarak Kürt seçmen, özellikle de HDP tabanı ortaya çıkmaktadır. CHP’nin bir süredir güçlü ulusalcı kanadını geri planda tutarak, İYİP’in ise lideri Meral Akşener’in merkez sağ yapısını öne çıkararak bu Kürt seçmene, HDP’yi dışlayarak ama düşmanlaştırmayarak ulaşmaya çalıştığı görülüyordu.

Öcalan’dan aldığı mektubu TRT’de yayınlayarak İmamoğlu’nu belediye seçimlerinde yenmeye çalışan Erdoğan’ın şimdi onu “uysa da uymasa da” PKK gibi terör örgütleriyle “irtibat ve iltisak” bahanesiyle görevden aldırma hamlesine girişmesi, muhalefetin seçim hamlelerini o kadar konforlu pozisyonlardan yapmasına izin vermeyeceğini, onları HDP’ye karşı menfi tavır almaya zorlayacağını, bunu yapmazlarsa seçim sathı mailinde gerekirse onları da “PKK’yla irtibat ve iltisak” silahıyla baskı altında tutacağını göstermektedir.

İKİNCİ HEDEF: İSTANBUL’UN TÜM “RANTINI” SEÇİMİ KAZANMAK İÇİN KULLANMAK

Erdoğan’ın ikinci önemli hedefi ise “referandumvari topyekün baskın seçimde” İstanbul gibi oy deposu mahiyetindeki kritik bir şehrin belediyesinin tüm imkanlarını iktidar lehine seferber etme arzusuyla ilişkili olmalıdır. İmamoğlu’nun ihtiyaç sahiplerine ücretsiz süt dağıtma projesini engellemek ve AKP’li belediyelerin kendi reklamlarını içeren poşetleri Halk Ekmek büfelerine bırakarak seçmeni kandırmaya teşebbüs etmek gibi “çiğce” tepkilerinden, muhalif belediyelerin ekonomik krizin pençesindeki alt sınıflara yönelik sosyal yardımlar yapmasından iktidarın ne kadar rahatsızlık duyduğu anlaşılabilmektedir. Keza İmamoğlu’nun gelişiyle, AKP’nin seçim ve propaganda makinesinde önemli işlevler gören bazı yapılara belediyeden aktarılan kaynakların kesilmesi gibi sıkıntılar da böylece bertaraf edilecektir

İmamoğlu’nun koltuğunda ısındıkça iktidarın İstanbul’daki başka rant kaynaklarına da “çomak” sokmakta olduğu tahmine müsaittir. İstanbul halkının kahir ekseriyetinin memnuniyetsizliğini belirttiği “taksi sorununu” halletmek için atmaya çalıştığı adımların, AKP/MHP ittifakının “bir avuç imtiyazlı taksi sahibini” korumak yönünde açıkça tavır takınarak engellemekte olduğu hatırdadır. Bu tip konularda İmamoğlu’nun işin peşini bırakmayan bir tavır sergilemesi, muhtemelen, oradaki rant (veya daha doğru bir ifadeyle rüşvet, gayrımeşru kazanç) çarkının arzulanan “tıkırlıkta” işlemesini zorlaştırmaktadır. Oysa böylesine kritik bir seçim sürecinde tüm bu gayrımeşru kaynakların sonuna kadar iktidar lehine kullanılması Erdoğan için vazgeçilmez önemdedir.

ÜÇÜNCÜ HEDEF: MUHALEFETİ MORAL BOZUKLUĞU YAŞATARAK YIPRATMAK 

Üçüncü olarak Erdoğan’ın kendi tabanında “zafer”, muhalif tabanda “yenilmişlik ve moral bozukluğu” hislerine yol açacak hamlelerle muhalefeti psikolojik olarak yıpratma, kendi tabanını konsolide etme tarzını biliyoruz. AKP liderinin partisine iki kez seçim yenilgisi yaşatmış İmamoğlu’nu bu şekilde görevden alarak kendi tabanında arzuladığı oranda “zafer havası” estirip estiremeyeceği şüphelidir. Çünkü bu adım, ne türlü makyajlamaya çalışırsa çalışsın seçim sandığını açıkça tekmelemek olarak görüleceğinden muhafazakar tabanın da önemli bölümünde rahatsızlığa yol açacaktır. Buna rağmen, öyle ya da böyle, İstanbul Belediyesi burçlarında “fetih sancağının” dalgalandırılması, özellikle CHP tabanında büyük umutlar bağlanan muhtemel bir cumhurbaşkanı adayının bu şekilde bertaraf edilecek olması ister istemez muhalefet cenahında “yenilmişlik” duygusuna yol açacaktır. Erdoğan böylece kendi tabanının hiç değilse daha sağında yer alan bir kesim üzerinde, “muzaffer komutan” imajını pekiştirecek, ne olursa olsun “kimsenin kendisini yenemeyeceğini” dünya aleme gösterecektir. Tabanının “ekonomik sıkıntılar” yerine, çıkarttığı bu büyük siyasi krizde aslında kimin haklı olduğu üzerinde kafa yorması, bununla oyalanması, böylece kutuplaşmanın da iyice artması Erdoğan’ın hedefleri arasındadır.

EKONOMİK KRİZ BU STRATEJİYİ BAŞARISIZ KILABİLİR

AKP liderinin stratejisi böyle olmakla birlikte, bununla arzuladığı neticeleri elde etme ihtimalinin yüksek olmadığını da vurgulamamız gerekmektedir. İktidar kendi tabanında erimeye neden olan asıl sorunlara, yani işsizlik ve hayat pahalılığına çözüm üretememektedir. Merkez Bankası’nın sıfırı tüketmiş rezervleriyle 18 TL’ye kadar çıkan dolar kuruna yapılan müdahalenin etkilerinin uzun süreli olmayacağı, 9 TL’ye düşürme hedefine rağmen zar zor 11 TL’ye getirebildikleri kurun bir hafta geçmeden yeniden 13 TL’leri geçmesinden anlaşılabilmektedir. Erdoğan’ın “gayrı hukuki” etkileri sonucu iktidarın arzuladığı doğrultuda maalesef verilerinde “oynama” yaptığı artık bilinen TÜİK’in açıkladığı enflasyonun bile yüzde 36’yı geçmiş olması, hükümetin ekonomi üzerindeki kontrolünü kaybetme noktasına geldiğini göstermektedir. Para biriminin değerindeki bu oynaklık ekonomik canlanmanın önündeki en büyük engel olmayı, ekonomiyi adeta felç etmeyi sürdürecektir. Bu kadar büyük bir ekonomik kriz sürecinde çıkartılan daha da büyük siyasi krizler, ülkedeki tansiyonu iyice yükseltecek, bu ise ekonomik ve siyasi krizlerin bir sarmal halinde, bir kısır döngüye girerek birbirini beslemesi sonucunu doğuracaktır. Bu krizlerin ülkenin yoğun bakım ünitesine düşmesiyle neticelenmesi içten bile değildir.

“Cambaza bak” oyununun başarılı bir şekilde icra edilebilmesi için hem seyircilerin, hem de cambazların bastıkları zeminin sağlamlığından herhangi bir şüphe içerisinde olmamaları gerekir. Eğer zemin, diyelim ki, aşırı buzlanma nedeniyle kaygan hale gelmişse, hava da epey soğuksa, ne cambazlar oyunu istedikleri etkileyicilikte sergileyebileceklerdir, ne de bir yandan kayıp düşme endişesi yaşayan, bir yandan da ince paltolarıyla soğuktan korunmaya çalışan seyirciler eskisi gibi oyuna kendilerini kaptıracaklardır. Ağır ekonomik kriz ortamında, çıkardığı siyasi krizlere tabanının beklediği tepkileri vermediğini gördüğünde, Erdoğan’ın inandırıcılığını arttırmak için siyasi krizin dozunu daha da yükseltmesini beklemek gerekir.

“Erdoğan İmamoğlu’nu böyle yaparak siyaseten daha da büyütür?” doğru bir tespit olmakla birlikte AKP liderinin söz konusu adımı atmasının önünde bir engel değildir. Ekonomik krizin iyice derinleşmesinden endişe ettiğinden ve bunu önlemekten aciz olduğunu da giderek kabullendiğinden, altı ay sonraya planlandığı anlaşılan baskın seçimi “acaba Mart’a mı alsak?” diye düşünen AKP lideri için İmamoğlu’nun seçim sonrasında belki bir kaç yıl içinde CHP liderliğine yükselmesi, iktidarını o zamana kadar devam ettirebilirse üzerinde duracağı “uzaktaki” problemlerdir. Selahattin Demirtaş beş yıldır hapishanededir, siyasi gücü giderek artmaktadır, bir gün siyaset sahnesine çok güçlü şekilde yeniden dönmesi kaçınılmazdır, ama tüm bunlar Erdoğan’ın hatasından dönerek onu salıvermesi neticesini doğurmamaktadır.

BİR “PİRÜS ZAFERİNE” Mİ DOĞRU?

Erdoğan siyasi hayatının en keskin virajına, kaygan bir zemin ve eski lastikli bir arabayla giriyor. Bu virajı kazasız belasız dönebilme ihtimali çok düşük… Muhalefete “meydan dayağı” atılarak kazanılmış bir seçim zaferinin ona ne iç, ne de dış kamuoyunda ihtiyaç duyduğu ve arzuladığı itibar ve siyasi istikrarı sağlaması mümkün değil. Ekonomik krizin tabanını aşındırdığı, siyasi meşruiyetini büyük ölçüde kaybetmiş, otokratın halefinin belli olmadığı bir rejim ne kadar güçlü kabul edilebilir? Ağır kayıplar vererek kazandığı son zaferden sonra bir daha Roma’nın karşısına çıkamayacak denli ordusunun tarumar olduğunu, itibarının iyice sarsıldığını görerek “Tanrım bana bir daha böyle bir zafer verme!” diyen ünlü Grek komutanı Pirüs’ün haline düşmesi, yani bu haliyle tüm stratejinin bir “Pirüs Zaferiyle” sonuçlanması çok muhtemeldir.