Hüsn-ü Aşk’tan doğan roman

KRONOS 04 Nisan 2019 KÜLTÜR

Tabutta Rövaşata, Cenneti Beklerken, Gölgeler ve Suretler, Balık ve Rüya gibi filmlerin usta yönetmeni Derviş Zaim, yaklaşık 30 yıl sonra ikinci romanını yayımladı: Rüyet. İlk romanı Ares Harikalar Diyarında ile 1992 Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanan yazar, yeni romanında Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk adlı mesnevisini, roman sanatının olanakları ile yeniden yazıyor.
Yapı Kredi Yayınları tarafından okuru sunulan Rüyet, Sibirya’ya kadar uzanan zorlu yolculuğuyla okura tuzaklarla ve sürprizlerle dolu bir serüven vaat ediyor. Romanın baş kahramanı Sine adlı bir mimarın gözünden anlatılan hikâye, günümüz İstanbul’unda geçiyor. Sine, amcalarının yönettiği bir mimarlık/mühendislik şirketinde çalışmaktadır. Ancak şirketin borçları, mimarlık ve inşaat faaliyetlerinin günümüzdeki işleyiş biçimi onu gittikçe daha fazla rahatsız eder. Hayatının labirentinden bir çıkış yolu ararken eline hiç yayımlanmamış, yarım kalmış bir Birinci Dünya Savaşı hatıratı geçer. Hatıratta yazılanlarla kendi hayatı arasındaki küçük paralellikler dikkat çekicidir. Sine, bu metinle olan etkileşiminde ruhunu huzura erdirecek bir ipucu arar.
yet’i kaleme alırken etkilendiği kaynaklardan birinin Şeyh Galip’in Hüsn-ü Aşk adlı mesnevisi olduğunu söyleyen Zaim, divan edebiyatının son büyük eserlerinden biri olarak adlandırılan bu mesneviyi ele alarak, onu roman sanatının olanakları ile yeniden yazmaya ve inşa etmeye girişmiş.
HEM GALİB’E HEM SPİNOZA’YA SELAM
“Eğer tecrübelerim beni yanıltmıyorsa, roman sanatı içinde Batılı geleneklere olduğu kadar Doğulu kaynaklara da yaslanmanın sahih ve hakiki bir yapıt üretmek bakımından sağlıklı olabileceğini düşünüyorum.” diyen Zaim, “Rüyet sadece büyük şair Şeyh Galib’in divan edebiyatının son büyük eseri olarak kabul edilen mesnevisine selam göndermekle yetinmiyor, onun yanı sıra Spinoza’ya, Batılı roman biçimlerine, yirminci yüzyılın Batı kökenli çağdaş sanat düşüncesine de yer veriyor. Çünkü bütün bu yelpaze insanlık hazinesinin ve üzerinde durduğumuz topraklarda yaşayanların ortak mirası konumunda bulunuyor.” diyor.

Altını çizmek istediği ikinci hususun Türk roman geleneği içinde tartışılan Doğu-Batı gerginliği olduğunu belirten Zaim, “Bu ikilemi Ahmet Hamdi Tanpınar’ın trajedi olarak konumlandırdığı, Oğuz Atay’ın ise ironi sanatını kullanarak aşmaya çalıştığı kabaca söylenebilir. Rüyet, sözünü ettiğimiz Doğu-Batı gerilimini ayrı bir yaklaşımla ele almaya gayret ediyor.” diyor. Usta yönetmenin altını çizdiği üçüncü nokta ise kitabın açık bir yapı oluşturma gayretine ilişkin: “Rüyet tarihsel, kültürel kaynaklara, edebiyata, mimariye, çağdaş sanata, mitlere ve sinemaya açık bir yapı olarak inşa edilmiştir. Daha ayrıntılı ifade edecek olursam, Rüyet romanı az evvel saydığım sanatlar, düşünceler, mimari ve estetik birimler ile karşılıklı bir alışveriş içindedir. Kendi dışında bir sürü alan ile zamansal, mekânsal, eşzamanlı ve ardzamanlı bir metinlerarasılık ilişkisi yaratmanın peşine düşmüştür, her türlü alışverişe açık olacak şekilde kurulmuştur. Metnin bu tavrını, halihazırda var olan edebi, sinemasal, kültürel ve tarihsel bir sürü gerginliğin aşılması için bir imkân olarak değerlendiriyorum.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com