Gelecek Partisi: Terör tanımı geniş tutularak on binler mağdur edildi

YAVUZ GENÇ 16 Mayıs 2020 GÜNDEM

ANKARA – Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu öncülüğünde kurulan Gelecek Partisi, geçen ay yasalaşarak yürürlüğe giren, iptali istemiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşınan ‘infaz yasası’yla ilgili geniş kapsamlı bir sosyo-politik değerlendirme raporu hazırladı. Raporda “terör” tanımının geniş kullanımında, “örgüt üyeliği” kavramına, Gülen cemaati mensuplarına yönelik topyekun cezalandırmadan 15 Temmuz darbe girişimi sonrası çıkarılan OHAL kararnamelerinin otoriter bir rejim inşa edildiği vurgusuna kadar geniş bir perspektifte değerlendirmeler yapıldı.

Raporda, Türkiye’nin özellikle 15 Temmuz sonrası OHAL sürecinin yarattığı tartışmalı iklim ve “Başkanlık Sistemi” üzerinden ciddi bir otoriterleşme sürecine girdiği vurgulandı. Raporda, “OHAL-KHK’lar süreciyle hem uluslararası hem de iç hukuku keyfi karar ve uygulamalarla esnetip zedeleyen döneme girilmiştir. Kuvvetler ayrılığının yara aldığı, denge-denetleme sisteminin iyiden iyiye zayıflayıp ortadan kalktığı, şeffaflık ikliminin yok olduğu, Meclisin zayıflayıp katılımcı demokrasinin, ortak aklın buharlaştığı ve kısaca ‘ben yaptım oldu’ siyasetine yelken açıldığı boğucu bir iklime adım adım geçilmiştir” ifadelerine yer verildi.

İşte Gelecek Partisi tarafından hazırlanan “İnfaz Kanunuyla İlgili Hukuki ve Sosyo-Politik Değerlendirme Raporu”ndan öne çıkan satırbaşları:

-Bütün bunlara bir de infaz yasasına ilişkin evrensel hukuk normlarına dayalı eleştiriler karşısında iktidar vekillerinin ve yandaşı medyanın “FETÖ’cülere, PKK’lılara, IŞİD’çilere mı af istiyorsunuz?” tarzında, üstelik 28 Şubat ikliminin zulümlerini bizzat yaşamış olanlarca getirilen, insani ve vicdani açıdan kabul edilmesi mümkün olmayan tepkiler eklenmiştir. Maalesef isimlerinin önünde “hukukçu” da yazdığı halde bu tür tepkiler verenlerin, 90’lı yılların olağanüstü iklimini temsil eden kişilikler, tedbirsizlikleri yüzünden kitlesel işçi ölümlerine sebebiyet verenler, rüşvet ve iltimas, evrakta sahtecilik, gasptan ceza alanların tahliye edildiği bir düzenleme yapıldığını görmemiş olmaları mümkün müdür?

– Nitekim “cebir ve şiddete” hiç bulaşmamış olmakla birlikte, onbinlerce insanın, hukukta karşılığı olmayan “irtibat” ve “iltisak” gibi soyut ve belirsiz tanımlamalar üzerinden yıllardır bir hukuksuzluğa mahkum edilmiş olmalarının gerçeklik boyutu gözardı edilebilir mi?

-Seküler ya da muhafazakar kimliğiyle trollüğü hayat biçimi edinmiş çevrelerin vesveselerine umut bağlamaktan sıyrılmak, gücü günden güne daha fazla yozlaştıran iklimden kurtulmak ancak, her alanda hakkı ve adaleti üstün tutan bir yeniden imar sürecine yol vermekle mümkündür. Aklı selim ve vicdan bugün bizi bu hikmetli tutumu takınmaya icbar etmektedir.

“İTHAMLAR, DELİLLENDİRME KAYGISI TAŞINMAKSIZIN YARGI KARARLARINA DÖNÜŞÜYOR”

-Türkiye’de yıllardır “suç” ve “suçlu” tanımına dair karmaşa sürgit devam etmektedir. Dün suç kabul edilmeyen bir fiil, yasal bir değişiklik de olmaksızın, konjonktürün değişmesiyle birlikte bugün suç haline gelebilmekte ve bu durum sürekli mağdur ve suçlu üretmektedir. Türk Ceza Yasası, farklı ülkelerin kanunlarıyla karşılaştırıldığında, genelde ağır hükümler içermekte, yargı mekanizmaları da siyasi ortamların da etkisiyle sert cezalandırma eğilimi içinde davranmaktadır. Özellikle “devlete karşı işlenen suç ve terör suçları” kapsamındaki yargılamalarda bu durum çok daha belirgin hale gelmekte ve çoğu kez polis ve savcılık soruşturmalarında ileri sürülen ithamlar, zayıf delillerle ya da delillendirme kaygısı taşınmaksızın yargı kararlarına dönüşebilmektedir.

-Kişilere karşı işlenmiş suçların faillerini düzenlemeden istifade ettiren devletin, kendisine karşı suç işleyenleri ise düzenlemenin dışında tutması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek çok kez dile getirdiği “devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, vatandaşa karşı işlenmiş suçları affetme yetkisine sahip olamaz” beyanlarıyla çelişki oluşturmuştur.

ÇETECİ UNSURLAR SERBEST, GAZETECİLER TUTUKLU

-Kamuoyunda çokça tartışılmış olan husus silah sıkanların serbest, twit atanların kapsam dışında tutulması ikilemi olmuştur. Çeteci unsurların serbest bırakılıp gazeteci, mütefekkir, siyasetçi ve benzerlerinin içeride tutulması derin bir çelişki oluşturmuştur.

-90’lı yılların örtülü darbe süreçleri ve 28 Şubat ikliminin olağanüstü şartlarında, işkencelere, yalancı şahitlere, masa başında kurulan “örgütlere” dayalı olarak mahkumiyetler almış ya da “suç”uyla orantılı olmayan cezalara çarptırılmış ve halen cezaevlerinde olan insanların “Yeniden Yargılanma” ve tahliye talepleri de halen gözardı edilen konular arasındadır.

-Bu insanların hangi din, mezhep, sosyal çevre ve etnik kökenden olduğu önemli değildir. Ancak maalesef iktidar, yıllardır bu konularda kaplumbağa hızında hareket edip bazı sınırlı tahliyelere imkan tanımışken, muhalefet ve propaganda ağları güçlü, 90’lı yılların iklimine yeniden dönüş için de bugünlerde gayretlerini artırmış olan bazı kesimler ise, mesele gündemleştiğinde mağdurun ‘kimliğine’ ve ‘dünya görüşüne’ odaklanarak adaletin tecellisini engelleme gayretleri içinde olmuşlardır. Oysa her konuda olduğu gibi burada da, evrensel hukuk normları gereği “herkes için adalet” her kesimin şiarı olmalıdır.

“DARBEYE FİİLEN KATILMAYAN İNSANLARIN DURUMU GÜNDEME HER GELDİĞİNDE…”

– Fiilen darbe kalkışmasında yer almayan, böyle bir girişimden tümüyle habersiz oldukları halde kadın erkek, genç yaşlı on binlerce insan geçmişte devlet tarafından akredite olan, desteklenen, büyütülen bir cemaat yapılanmasıyla irtibatlı oldukları için 6 yıldan 15 yıla kadar “terör suçlusu” olarak yargılandı ve büyük bir kısmı da mahkum edildi. Bu insanların durumu her gündeme geldiğinde ısrarla 15 Temmuz’da işlenen vahşeti öne çıkartmak, bu insanlardan o meşum darbe gecesinde katledilen, sakat bırakılan insanların hesabını sormak haklı bir tutum değildir.

“HELİKOPTERDEN KURŞUN SIKANLA KERMESTE PARA TOPLAYAN İNSANLARIN BİR TUTULMASI…”

-Fiilen darbe kalkışmasına katılan, bir biçimde bu suçun içinde olanların hak ettikleri cezaya çarptırılmalarına kimse karşı çıkmaz, çıkmamaktadır. Ama helikopterden kurşun sıkan, halkın üstüne tank süren, bomba yağdıran cürmü meşhud katillerin işledikleri cinayetleri öne çıkartarak, ‘cemaat’ olarak bildiği yapı için kermes yapıp para toplayanların, bankaya para yatıran, çocuğunu dershaneye gönderen, dini saikle düzenlenen etkinliklere iştirak eden insanların cezaevlerinde çürümesini savunmak adil ve ahlaki bir tutum olamaz.

ANAYASA’YA, AİHM VE AİHS’E AYKIRI

-Üstelik Yargıtay ve AYM’nin aldığı kararlar ve sempatizanlıkla “örgüt üyeliği”ni birbirinden ayıran içtihadlar da ortadayken; bunlarla ilgili ivedilikle AİHM ve AİHS kriterleri ve “Şahsileştirme” ilkesinin gereği durumları gözden geçirilip somut duruma göre tahliyelerine imkan tanınmalıdır. Unutmamak gerekir ki, daha fazla mağduriyet daha fazla kriminalizasyon ve düşmanlık üretir. Islah olmak isteyenlerin de bu çabalarına engel oluşturur. Normalleşmeyi geciktirdiği gibi, toplumsal barış aleyhine de onulmaz yaralar açmaya, o yaraları kangrenleştirmeye hizmet eder.

“KRİTERLER SORGULANMALI, KUŞATICI VE MERHAMETLİ YENİ BİR İNFAZ SİYASETİ ÜRETİLMELİDİR”

-Halka ve hukuka kastetmiş olan 15 Temmuz melun silahlı darbe girişimcilerinin önemli bir kısmı bilfiil yargılanmış ve çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Lakin ‘cemaat’ olarak isimlendirilen yapının halk içindeki geniş katmanlarından da ciddi sayıda insan da bugün hala siyasi, sosyolojik ve hukuksal açıdan tartışması süren çeşitli kriterlerle suçlu bulunup cezalandırma yoluna gidilmiştir.

-Bu kitle, büyük çoğunluğu itibariyle zaten bu cezanın bir kısmını da yatmış durumdadır. Bu insanları birkaç yıl daha cezaevinde tutmanın hiç kimseye faydası olmayacak, sadece aileleriyle birlikte geniş bir toplumsal tabanın daha fazla mağduriyet ve öfke hissetmesine yol açacaktır. İnfaz yasasının ayrımcı ve dışlayıcı niteliği de bu yangını körükleyici bir çerçeveyi haizdir. Oysa devlet kuşatıcı ve adil olmalı, hukuk ve merhamet ilkelerini bütün toplumsal kesimleri kucaklayıcı hikmetli bir siyasete tevdi etmelidir.

-Bu alandaki sorun sadece bu davalarla da sınırlı değildir. Lehlerindeki yüksek yargı kararlarına ve tek bir şiddet eylemi bulunmamasına rağmen “terör suçlusu” olarak cezalandırılan kişi ve çevreler bulunmaktadır.

“TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ OLMAMAKLA BİRLİKTE…” KRİTERİ

-Aynı şekilde, “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte…” denilerek özellikle 220/6. ve 7. Maddeler mucibince ve ancak twit atmak, konuşma yapmak, konferans vermek, demeç vermek, bildiriye imza atmak, haber yapmak gibi yan “delillerle” suçlanan cemaat lideri, vakıf başkanı, gazeteci, yazar, mütefekkir, akademisyen insanların uzun tutukluluk halleri de hem uluslararası hukuka, hem de Anayasaya aykırı bir de facto durum oluşturmakla birlikte, toplumsal vicdanı yaralamaktadır. Üstelik düşünce ve ifade özgürlüğünün sınırlarıyla ilgili, mevcut otoritenin ve yandaşı olan medya organlarının üzerinde baskı oluşturduğu yargı mekanizmasını da olumsuz kararlar almaya icbar etmektedir.

-Yalnızca iktidarın inhisarında olan “Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” tasarısı gündemleştiğinde, Covid-19 ile birlikte, belki daha sonra gündeme gelecek olan konu öne çekilmiş oldu. Ancak Covid-19’un, yani halk sağlığı tedbirleri konusunun, yasanın ana amacı olmaktan uzak, aksine bir araç olarak görüldüğü de içerikte açıkça kendisini ortaya koymuş oldu.

“YARGI ÜZERİNDE SİYASİ KRİTERLERİN DEMOKLES KILICI GİBİ SALLANDIĞI…”

-Yargı üzerinde siyasi kriterlerin Demokles kılıcı gibi sallandığı, iktidara yakın unsurlardan hesap sormanın zorlaştırıldığı, düşünce özgürlüğü üzerinde baskıların artırıldığı, adalet mekanizmalarının yaralar aldığı böylesi bir dönemde eski düzenin alışkanlıklarının ve mezkur şebekelerin eski adetlerinin günümüze taşınabileceği endişesi kamuoyunda hasıl olmuştur. Daha şimdiden bu unsurların, devletin makbul bulmadığı çevreler açısından bir tehdit oluşturabilecekleri algısı toplumda neşet etmiştir.

-“Terör suçu”nun, belirsiz ve geniş olması, “cebir ve şiddet” ölçütünün göz önünde bulundurulmaması, cebir ve şiddet kullanmadığı halde ceza alanların kapsam dışı bırakılmalarının Anayasaya aykırı olduğu hesap edilememiştir. Yapılan düzenlemenin Anayasa mahkemesi tarafından iptali gerekmektedir.

“EŞİTLİK İLKESİ ÇİĞNENDİ”

-OHAL dönemi KHK’ları yoluyla yapılan düzenlemelerin terör algısında yarattığı geniş çeperin tashihi ve tamiri yoluna gidilmeden bir düzenlemenin yapılması, ‘eşitlik ilkesi’ çiğnenip istisnalar oluşturarak özgürlük-güvenlik dengesini aşırı güvenlikçi zihniyet lehine daha da tahrip edici bir durum ortaya çıkarmıştır.

-Uluslararası hukuki meşruiyet açısından; siyasi karar organlarının “terör suçu” veya “örgüt üyesi tanımı” yerine, Yüksek Yargı mercilerinin AİHM ve AİHS kriterlerine sadık kalmaya çalışan içtihad ve kararlarına yansıdığı üzere “aidiyet” veya “terör suçu” hakkında belirledikleri ölçütleri gözeten düzenlemeler yer almamıştır.

-Devletin koruma garantisi altında bulunan tutuklu ve mahkumların başta can ve sağlıkları olmak üzere, mahkumiyetlerini uluslararası sözleşmelerde belirlenmiş ölçülere ve insan onuruna en uygun şekilde çekebilmelerinin şartları acilen sağlanmalıdır. Başta koğuş ve odaların kapasitesini kat kat aşan barındırma uygulamalarından acilen vazgeçilmelidir.

-Başta hukukçular olmak üzere, herkesin kabul ettiği üzere bu teklif bir af yasasıdır. Ancak iktidar partileri sürecin başından beri affın getireceği siyasi sorumluluğu üstlenmemek, teklifi mecliste kolayca görüşmek ve AYM aşamalarını düşünerek affa ‘af’ dememiş, sıradan bir kanuni düzenleme yaparak Anayasa ve TBMM iç tüzüğünü arkadan dolanmışlar, Anayasaya karşı hile yapmışlardır!

“DEVLET ANCAK KENDİSİNE KARŞI SUÇLARI AFFEDEBİLİR”

-Cumhurbaşkanı tarafından ifade edilen ve toplum tarafından da kabul gören “devlet ancak kendisine karşı işlenen suçları affedebilir, şahıslara karşı işlenen şuçları affetmek yetkisi yoktur” yaklaşımının tam tersi bir düzenleme yapılmıştır. Devlete karşı işlenen suçlar istisna tutulurken, şahıslara karşı işlenmiş suçların ceza infaz indirimi (af) kapsamına alınması kabul edilir değildir!

-Şiddet çağrısı yapmayan inanç ve düşünce özgürlüğü kapsamındaki açıklamaları, cebir ve şiddet içermeyen eylemler veya özünde yasalar tarafından teminat altına alınmış bir takım hak ve özgürlüklerin kullanılması niteliğindeki eylemleri nedeniyle tutuklama tedbirine veya mahkumiyete maruz kalmış gazeteciler, aydınlar, iş insanları ve sade vatandaşlar cezaevlerinde tutulmaktadır.

-Masum vatandaşları dolandıran, devletin kendisine emanet ettiği değer ve kıymetleri zimmetine geçiren, makamını veya kamu görevini suistimal eden, rüşvet alan, hırsızlık ve evrakta sahtecilik, yağma (gasp) yapan ve tehlikelilik bakımından topluma zarar verme potansiyeli çok daha yüksek olan örgütlü suç şebekeleri tahliye edilmiştir.

Gelecek Partisi’nin raporunu bu linkten okuyabilirsiniz: infaz-Kanunuyla-ilgili-Hukuki-ve-Sosyo-Politik-Degerlendirme-Raporumuz

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com