‘Gezi, sözü ele geçirdiği için iktidarı korkuttu; karar savaş ilanı gibi’

Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet ve 18'er yıl hapis kararının savaş mantığıyla verildiğini belirten Sosyolog Ferhat Kentel, yargının sadece devlet katında, devlete karşı sorumlulukları olmadığını topluma karşı da sorumlu olduğunu söyledi.

MEHMET ŞAHİN 01 Mayıs 2022 SÖYLEŞİ

Yargı uygulamalarından şikayet etmek için çok geç kalındığı ortada fakat bireysel olarak ele aldığımızda yine skandal, yine facia diyebileceğimiz bir kararla karşı karşıyayız. Gezi Davası’nda Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye de 18’er yıl hapis cezası verildi. Peki neden? Acaba bir soruda özetlemek mümkün mü? ‘Yeni Türkiye’de iktidar Gezi’yle mi hesaplaşıyor? Gezi’de eylemcilerin anlatmak istediğiyle iktidarın ne anladığını Sosyolog Ferhat Kentel’le konuştuk…

Karar ortada. Bir skandaldır belki yargı adına ama kamunun, özellikle de muhalif düşüncedeki insanların beklemediği bir karar değildi sanırım…

Evet, böyle bir şey bekleniyordu yani. Türkiye’de yargının düştüğü hale baktığınız zaman giderek kartopu gibi büyüyen bir pervasızlık mı diyeyim izansızlık ya da işte birçok sıfat bulabilirsiniz. Uzun zamandır böyle bir şey var. Dolayısıyla aniden gökyüzünden ilahi bir kuvvet geldi de her şey düzelecek diye beklemek çok doğru değildi ama en azından Gezi özelinde… Şimdiki devlet hükümet arasında oluşmuş olan o bir tür ittifak durumunda, Gezi ona çok tehlikeli bir referans inşa etti. Özellikle Gezi’nin affedilmesi gibi bir şey galiba çok söz konusu değildi. Yani Osman Kavala’yı yıllardır içeride tutan irade ve bunu üç aşağı beş yukarı biliyoruz işte ne kadarı şehir efsanesi ne kadar medyadan biliyoruz çok ifade edemiyorum ama bayağı bir kişisel hesaplaşmaya da benzeyen bir şeyler var. Bu yargının arkasındaki o irade neyse bu konuda bir diz çöktürme eğilimi olduğu için açıkçası yani bu mahkemeden çok olumlu bir şey çıkmayacağını en azından ben kendi adıma biraz düşünüyordum. Tabii iyimser olmakta da yarar var. Yargılanan insanlar iyimser bir şeyler beklemeye çalışıyorlardı. 18 yılın lafını kimse etmiyordu mesela. Belki birkaç kişiye birkaç yıl verilir, ertelenir, tutuklanma olmaz gibi bir şeyler, nispeten iyimser yorumlar yapılıyordu. Bütün bunların hepsini galiba bir savaş mantığı içinde elinin tersiyle iten bir yargı kararı oldu.

Eylemciler Taksim Gezi Parkı’nın betonlaşmamasını, dolayısıyla şehir rantı üzerinden yeni politikalar üretilmemesini istemişt. Bundan fazla bir talepleri yoktu. İktidar farklı bir okumada mı bulundu Gezi için?

Gezi sadece bu değildi bence. Bu tabii en önemli en rasyonel yönüydü.

Somut talepler itibarıyla…

Evet, en somut talep itibarıyla buydu ama Gezi çok daha başka anlamlar da içeriyordu. Bence birinci somut rasyonel hedef veya amaç buydu. Kentin o bütün rant hikayelerine dönük olarak talan edilmemesi, nefes alınacak bir mekanın kalması, Taksim gibi merkezi bir mekanın insanlar için çok sembolik anlamı olduğu için onu teslim etmemek diyeyim, orayı korumak gibi bir amaç vardı. Bu daha çevreci, daha kent halkının talebi diye düşünebiliriz ama onun haricinde ben Gezi’yi biraz 68 kuşağının hikayeleriyle karşılaştırıyorum. Prag’da, işte Sovyet istilasına karşı, ‘Prag Baharı’ denilen hikayeyle özellikle Paris’te, Batı Avrupa şehirlerinde ortaya çıkan bir tür gençlik hareketi anlamında bir hareketle çok benzeştiriyorum. O 68 hareketi her kafadan bir sesin çıktığı bir hareket aslında. Neydi 68 dediğiniz zaman? En kabaca bir özgürlük diyebilirsiniz. Gezi de aslında biraz özgürlüktü. O döneme gelirken, yaklaşırken özellikle AKP’den yükselen bir takım veya işte onun temsilcisinden, parti başkanından veya dile getirilen bir takım laflara baktığınız zaman boğucu bir atmosfer aslında dile geliyordu çok sık bir şekilde. İnsanların ona itirazı vardı. O bence ikinci önemli şey. Bir tür gençlik hareketi, biraz orta sınıf gençlik diyeyim. Tek başına bu değil ama daha ağırlıklı ve onun haricinde bir sürü başka hikaye vardı. Mesela o hikayelerden biri anti Erdoğan, anti AKP diyebileceğimiz, biraz böyle Kemalist, ulusalcı gibi bir takım damarların da olduğu bir hareketti. İşte o meşhur AKM’nin üzerindeki pankartlara baktığınız zaman birtakım sol örgütlerin de nostaljik bir arayışıydı belki. Bütün oradaki slogan, eski karizmatik liderlerle baktığınız zaman Gezi kocaman bir yelpazeydi bence. En önemlisi Gezi, Fransa’da Prag’da olduğu gibi bir, o kadar çok ses çıkıyor ki bu sesler çok önemli ve hatta bir söz bulutu oluşturuyor aslında. Söz bulutu, normal o zamana kadar ezberlediğimiz sözleri kenara itiyordu. Bütün sözü ele geçirmek gibi bir şey oldu.

“GEZİ, ÇOK DAHA GENİŞ BİR ÖZGÜRLÜKLER MESELESİ OLDUĞU İÇİN İKTİDARI KORKUTTU”

Ondan sonra zaten Kadir Topbaş’ın bir takım şeylerini hatırlıyorum. “Bundan sonra işte durakların rengine bile karar vermek için vatandaşlarımıza soracağız.” diyordu. O kadar güçlü bir etki yarattı ki bu, “Ağaçları kesiyoruz ama vallahi bak yenisini dikeceğiz.”, Gezi’den sonra dile gelmeye başladı. Hatta bir yarış başladı kim en çok ağaç dikiyor diye. Biz sizin tahayyülünüzden bile daha çok ağaç dikiyoruz lafları, bir tür çevreci bir dil girdi. Nereden girdi? Gezi, bir tür sözü ele geçirmeyi aslında. Tabii sadece ağaç meselesiyle kalmadı. Çok daha geniş bir özgürlükler meselesi olduğu için bayağı korkuttu. AK Parti’nin temsil ettiği bir hareket, İslami hareket, Türkiye’nin belki de en başarılı sosyal hareketi bir anlamda. Kürt hareketini bir kenara bırakırsanız. Kürt hareketi çünkü çok güçlü bir hareket ama başarılabilmiş bir hareket değil ama devlet de başaramadı Kürt hareketini sindirmeyi. Bir tür güç dengesi diyebileceğimiz bir mesele olarak duruyor orada. İslami hareket başardı sonuç olarak. Her ne kadar kökenindeki o İslamcılık diyebileceğimiz, kökenindeki demokratik bir arada yaşamak falan gibi projelerin hepsi havaya uçtu. Oradan daha çok müteahhit ya da daha çok bir tür çıkar çevreleriyle hemhal olmuş bir hareket devletle bütünleşik hale geldi ama işte kabaca düşünürsek başarmış -tırnak içinde- bir sosyal hareketti. Gezi tam o İslami hareket sonrasında ortaya çıkmış en güçlü toplumsal hareketlerden biriydi. Bu galiba bu hareket sonunda iktidara gelmiş devletle bütünleşmiş bir hareketi, bir partiye karşı bir tür toplumsal taleplerin yükseldiği ve onların iktidarını çok sorgulayan bir hareket olduğu için o yüzden de çok radikal bir tepkiyle karşılaştı Gezi ve bugüne gelen davalar meselesi.

Bir itiraz vardı evet ama çatışmacı bir yaklaşım değildi Gezi. Nasıl oldu da iktidar kendi lehine dönüştürebildi?

Yani Gezi’de evet çatışma mantığı yoktu ama Gezi’ye çatışma mantığı sokuldu sonuç olarak. Kısa bir süre içinde. Kimlerdi o işi yapanlar, gerçekten karanlık bir mevzu. Çadırları yakanlar, işte emniyetteki, istihbarattaki, devlet içindeki hangi organlarsa onlar, orada bir çatışmanın organizasyonu yapıldı bence ve Gezi de o kadar heterojen bir yapı ki tabii ki bu şiddete şiddetle cevap veren bir kitle hızla oluştu. O andan itibaren biz şeyi göz ardı etmeye başladık. O ilk temeldeki özgürlük taleplerinden ziyade daha çatışan, molotof kokteylleri, bilmem siperler, barikatlar, TOMA’larla savaşan falan o görüntüler bir anda AKP’nin inanılmaz işine geldi. Yani şimdi görüyorsunuz, bu işte çatışmacı, bu işte terörist, anarşist bütün her türlü kullanabilirsiniz. Öyle bir ortamın doğmasına neden oldu. Bu da bence bütün otoriter, totaliter, işte baskıcı birtakım rejimler için bulunmaz nimet. Yani işte devlet her zaman için, bu AKP olsun başka bir şey olsun fark etmiyor. Her zaman için karşısındaki rakibin şiddetle hareket ediyor olması işine gelir. Devletten daha güçlü şiddet uygulayan aktör var mı, yok. Siz bir tane silah kullanırsınız devlet de size tankla gelir. Siz bir tane molotof kokteyli atarsınız, o size bilmem ne bombasıyla gelir. Anlatabiliyor muyum? İşte bu Diyarbakır Sur olaylarında, Cizre meselesinde, o hendek meselelerinde çok net gördük. Oraya bir takım gençler gittiler. Orada bir takım büyük işler yapacaklarını zannettiler ama devletin onlara cevabı hiç zerre kadar acıma olmadan, alternatif falan düşünmeden yok etmek oldu ve çok da işe yaradı devlet açısından. Görüyorsunuz işte. Teröristler diyorsunuz.

“AKP KORKUYU KULLANARAK BİR KİMLİK İNŞA ETMEYİ BECERDİ”

Gezi’deki çatışma imajları da çok işe yaradı. Tabii ki böyle bir rejim kendisini korumak için her zaman kendisini destekleyecek sadık bir kitleye ihtiyacı var. Bir tür cemaatleşmiş bir kitleye ihtiyacı var ve bu cemaatleşmiş kitleyi nasıl oluşturursunuz? Korkuyla… Kutsallığı merkeze koyarsınız. Kutsal bir lider olur. Kutsal bir ideoloji olabilir. Bütün dünya bize karşı dersiniz. Bu Sırp milliyetçiliğinden Stalin milliyetçiliğine hepsinde çok benzer hikayeler var. Hepsi “Bütün dünya bize karşı, düşmanlarımız var, düşmanların kökü dışarıda.” diyerek o korku halini içeride konsolide ederek, bir kimlik inşa ediyorsunuz. Bunu çok iyi becerdi AKP veya Erdoğan diyelim. Çünkü AKP içinde biliyoruz ki o zamanlar bayağı karışık sesler vardı. Sonra da öğrendik ki aslında müzakere edelim diyenler vardı. Abdullah Gül’ler Bülent Arınç’lar daha çok ılımlı bir tavır içindeyken… Muhtemelen oradaki çok güçlü bir istihbarat ve burada hangi terimle anlatırım bilmiyorum ama belli ki kitle psikolojisi, kitle manipülasyonu denilen birtakım teknikleri çok iyi bilen iletişimciler, propaganda elemanları, propagandanın nasıl inşa edildiğine dair yalan söyle tutar gibi mesela, korkuları vermek anlamında bayağı Goebbels’ten beri gelen bol bol teknikler var. Belli ki o konuda bayağı iyi ders alıp çalışıldı. O andan itibaren bu süreç devreye sokuldu.

İş insanı, aktivist, mimar, şehir planlamacısı, gazeteciler hüküm giydi. Bir darbe kalkışmasında gerçekten hüküm yemesi gerekenler listesi oluştursak örtüşür mi sizce?

Tabii ki hayır. Bunu hakikaten tartışmak bile abes geliyor. Böyle bir şey üzerinde yorum yapmaya bile gerek görmüyorum. Böyle bir şey mümkün değil. Çünkü herkes biliyor. Bu mahkemede karar veren kişiler de çok iyi biliyorlar. Önce darbe teşebbüsü falan dediler. Sonra AİHM’den gelen bir takım kararlarla oradan beraat etti. Sonra işte casusluk dediler. Casusluktan beraat etti. Darbeden işte ceza verildi. Üstelik bir takım şerhler falan da var. Tamamen asla adı hukukla, kanunla, yargıyla tanımlanamayacak olan bir süreçte yani bu insanlar,  Hakan Altınay, Osman Kavala, Yiğit Ekmekçi, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater hepsi üç aşağı beş yukarı kamuoyunda bilenen insanlar… Bu isimlerin sivil toplum ilişkileri var. Karşılaşmalar yaşanıyor. Bütün bu sivil toplum ilişkileri yıllardır izleniyor. 15 Temmuz’dan önce de izleniyordu bu insanlar, sonra da izleniyordu.

“KAVALA VE DİĞERLERİ ŞEFFAF, BİLİYORUZ Kİ DARBELER KAPALI KAPILARIN ARDINDA HESAPLANIR”

Bu insanlar darbe potansiyeliyle alakası olan insanlar değil. Bunlar gerçekten sivil toplumu, vatandaşı aktive etmek, vatandaşın bilinçlenmesi için birtakım faaliyetler yapıyorlar. Kimisi insan haklarıyla, kimisi hak savunucularını güçlendirmekle, kimisi birlikte yaşamakla ilgili. Çevre için yapanlar var. Osman Kavala’nın Cezayir adlı işte o restoranı, konferans salonu bütün sivil toplum kurumlarına, kuruluşlarına açık olan bir yer. Bir toplantı yapmak istiyorsunuz. Gidiyorsunuz orada küçük bir fiyatla bir şey yapıyorsunuz. Buralar herkese açık. İllegal bir şey yapmıyorsunuz. Darbe yapsanız burada yapmazsınız bunu. Osman Kavala burada açıkta konuşan bir insan. Diğerleri açıktan konuşan insanlar, şeffaf konuşan insanlar. Darbeyi çok iyi biliyoruz ki, ne 12 Mart, ne 27 Mayıs, ne 28 Şubat, ne 12 Eylül, ne 15 Temmuz açıkta alenen konuşuldu. Hepsi kapıların arkasında bir yerlerde hesaplandı. Dolayısıyla yani hakikaten bunu tartışmak bile abes geliyor ama sorduğunuz için cevap vermiş olayım.

Buraya gelirken muhalefet yeterince muhalefet etti mi? Yani yargının bugünün de muhalefetin payı nedir?

Sırf yargı meselesi değil. Türkiye’deki işte o anti demokratik uygulamalarda tabii ki muhalefetin yetersizliği var ama bir yandan şöyle bir şey düşünelim öyle bir memlekette yaşıyoruz ki şöyle bir örnek vereyim size: Ben sosyolog olduğum için biraz o çevreden daha rahat bakabilirim. Bir sosyolojik araştırma yapmak istiyorsanız otoriter bir baskı olmaması lazım ki ben özgürce araştırmamı yapayım. Kimse bana anketlerde, derinlemesine görüşmelerde, bir takım sosyolojik metotlarla sorduğum sorulara ‘Bu yasak’ dememesi lazım ki ben gerçekten toplum ne düşünüyor bileyim. Yani o anlamda demokratik bir çerçevenin olması lazım benim sosyoloji yapabilmem için. Şunu da biliyoruz tabii, devletin kontrolündeki bir takım sosyologlar diyeyim, onlar istedikleri soruları sorabiliyorlar. Devlet güvencesinde olduğu için. Devlet bu sayede kimlerin tehlikeli, kimlerin potansiyel taşıyıp taşımadığını bilebiliyor. İnsanların kökenlerini bilebiliyor. Ben bilmiyorum. Bir zamanlar hatırlayın işte. Hallaçoğlu’ydu galiba Türk Tarih Kurumu’nun başkanı. “Biz kimin kim olduğunu biliyoruz.” demişti. Ben bilmiyorum sen nereden biliyorsun? O biliyor. Ben araştırma yaparken bana neden engel oluyorsun? Müsaade et ben de insanların ne düşündüğünü bileyim değil mi? Ben araştırmamı özgürce yapamıyorsam o zaman o memlekette sosyoloji olmaz. Şimdi devam edelim. Bu sosyolojiyi yapmak için ya da toplumun düşünce üretmesi için, benim kendi kendime bir sosyoloji yapıyor olmamın hiç anlamı yok. Ben bu bilgiyi toplumla paylaşmak için yapıyorum. Toplumla beraber konuşayım diye yapıyorum. Toplumun seslere açık olması lazım. Toplumun kanallarının açık olması lazım. Medya gibi gazete gibi şeffaf bir iletişimin olması lazım. Aynı zamanda demokrasiye ihtiyacım var, düşünebilmek için. Aynı zamanda demokrasi kendi kendine olmuyor. Tepedeki üç beş adamın bahşetmesi ile olan bir şey değil. O demokrasinin olması için sosyal hareketlere ihtiyaç var. Yani sosyal hareketler, talep eden hareketler olması lazım ki demokrasi olsun. İşte sosyoloji, sosyal hareketler, demokrasi arasında üçlü bir sac ayağının her biri birbirini besliyor. Bunun içinde muhalefeti düşünelim. Yani eğer bir tarafı çok sıkışıksa diğer kanallar rahat rahat yürümüyor. Bu memleket çok iyi biliyoruz. 100 yıl deyin ya da daha fazla sayın. Sürekli darbeler, İttihat ve Terakki’sinden Teşkilat-ı Mahsusa’sına kadar yapılmadık şey kalmamış. Bu insanların duygusal sermayesinde nasıl bir şey var acaba? Bu memlekette neden Ermeniler Ermeni olduğunu söyleyemiyorlar. Aleviler her yerde açıkça Alevi olduklarını söyleyemiyorlar. Düşünce kendini neden ifade edemiyor? Neden saklanıyor insanlar, neden saklıyorlar?

“SADECE DEVLETE KARŞI DEĞİL, TOPLUMA KARŞI SORUMLULUK DUYAN, BAĞIMSIZ BİR YARGI OLMALI”

Ahmet Şık haklı bir yandan. Evet konuşursak ancak belki işte orada yargı bizden etkilenecek. Bu topluma, sadece devlet katında, devlete karşı görevleri olan bir yargı değil, topluma karşı görev ve yükümlülükleri olan, bağımsız olmak gibi bir derdi olan bir yargı olması için toplumun sesinin çıkması lazım. Artık bu yargının gerçekten bağımsız olabilmesi için… Bu toplumun insanlarının konuşabilmesi, öyle ben konuşmak istiyorum diyerek olabilecek bir şey değil. İnanılmaz bir birikim var. İnanılmaz bir duygusal sermaye var. O duygusal sermaye de çok ağır yaşıyor. Öyle kolay kolay, ha deyince ben yaparım deyince yapılabilecek bir şey değil. O yüzden de anlayışla karşılamak gerekiyor ama işte gene de her şeye rağmen bu memlekette seslerini çıkartmaya çalışan insanlar var. Yeter ki o seslerini çıkartan insanlar en doğru konuşma yollarını bulsunlar, kimseyi ürkütmeden. AKP tabanı dediğimiz insanlar da korku içinde olan insanlar. Bu son yapılan seçimlerde falan işte “Ya CHP yeniden gelirse bizim baş örtümüzü yasaklar mı?” diye düşünüyor insanlar. Bu yersiz bir korku demeye hakkınız yok. Gayet yersiz bir korku olabilir o ayrı mesele ama bunu düşünüyorsa insanlar, onlara güven vermeniz lazım. Kendi geçmişinizle de hesaplaşmanız, yüzleşmeniz lazım. “Evet kardeşim 28 Şubat’ta biz hata ettik.” demeden örneğin, AKP’li o tabanı, o zihniyete zemin hazırlayan kitleyi ikna edemezsiniz.

Siz Bir Arada Yaşarız Eğitim ve Toplumsal Araştırmalar Vakfı genel koordinatörlüğünü yürütüyorsunuz. Muhalefet de bir arada yaşayabileceğimizi ispatlamaya çalışıyor. Peki ‘Altılı Masa’ toplumsal bir karşılık uyandırdı mı sizce? 

Muhtemelen olacak ama yetersiz bir masa o. Çünkü içinde en azından HDP yok. Yani HDP’yle arkada görüşmeler yürütülüyor mudur yürütülmüyor mudur bilmiyorum ama bu memlekette kaç milyon oy almış bir partinin olmadığı bir girişimin ne kadar gerçek muhalefet olabileceği hakkında çok fikrim yok. Çok fazla olamaz gibi geliyor.

HDP ile birlikte hareket etmenin siyasi riskinden söz ediliyor. Buna rağmen de HDP de davet edilmeli mi sizce?

Bilmiyorum onu, teknik olarak nasıl olabileceğini bilmiyorum ama tabii haklısınız. Bir siyasi risk olduğu için en azından açıktan adım atmak gibi bir şey yapmıyorlar. Yapıp yapmadıklarıyla alakalı hiçbir fikrim yok. En azından şöyle düşünebiliriz belki bir tarafıyla… Evet en azından AKP ve MHP bir de Büyük Birlik Partisi var. Kendi çapında bir koalisyon var. En azından onun dışındaki insanlar bağırmadan çağırmadan bir araya gelmeye çalışıyor gibi bir imaj olduğu için bu iyi olabilir. O anlamda olumlu bir adım olarak adlandırılabilir. Kılıçdaroğlu’nun muhtemelen güttüğü politika işte o helalleşelim, daha yumuşak, her yapılan sert veya radikal bir iktidar eğiliminde işte sert bir şekilde çıkmamak diyebileceğimiz bir takım adımlar muhtemelen çatışmaya karşı anlamaya çalışan bir dil, bir politika. Daha uzlaşmaya dönük olan bir dil olması itibarıyla iyi bir şey bu. Çünkü devlet şu anda ya da AKP çatışmadan beslendiği için tam da bu oyunu boşa çıkartmak için çatışmadan beslenmeyecek politikalar üretmek lazım ama bir yandan da milliyetçilik konusunda asla bağımsız bir tavır alınamıyor. AKP gayet milliyetçi gayet radikal, silah külah gibi bir takım ulusal çıkarlar gibi bol milliyetçilik içeren, beka meselesi, belli bir zümrenin aslında çıkarlarının saklanmış olduğu bütün bu milliyetçi söylemler konusunda çok da bağımsız olunamıyor mesela. Tavır alamaması bence o yüzden, ben ‘Altılı Masa’ya çok da böyle Türkiye’nin demokratikleşmesi yönünde çok radikal, çok önemli olumlu anlamda iyi adımlar atacak bir kapasiteyi henüz geliştirmediğini düşünerek daha bir iyimser bir mesafe bırakayım. Bundan sonra olmayacak demek değil. Yavaş yavaş olabilir böyle bir şey. Çok güzel bir takım yeni açılımlar sağlanabilir ama şimdilik çok böyle açılımı sağlayacak bir hareket gibi gelmiyor bana açıkçası.

“GÜVENSİZLİK ALTINDA SORUNUN DIŞ GÜÇLER VE MUHALEFET OLDUĞUNA İNANMAK RAHATLATICI!”

Gezi kararının siyasetten bağımsız olmadığı düşünülürse topluma ne mesaj verdi iktidar? Yani bir dahaki seçime güvenmeyin mi dedi, seçim güvenliği bile risk altında mı?

Yani tabii böyle bir şeyi ağzımızdan yel alsın ama insanın aklından geçiyor. Yani seçime kadar, o hani meşhur haziran seçimleri ile kasım seçimleri arasındaki, 2015 döneminde, alternatiflerin çok daha güçlü olduğu bir anda bir şey oldu arada. Bombalar patladı ve kasıma girdik, manzara değişti. Şimdi de buna benzer, bu çok klasik bir de yani… Böyle şeyler, her yerde yapılır dünyanın her yerinde ve genellikle ne yazık ki hep işliyor bu politika. Çünkü sert, radikal, şiddet içeren falan bir şeyler yapıldığı zaman birileri çok korkuyor. Korktuğu zaman da tamam diyorsunuz, bir yere kapanıyorsunuz. Aşırı korkarsanız, düşmanınızın kapısına gidip, ben ettim sen etme deyip onun içine girersiniz. Onun içinde kendinizi güvende hissedersiniz. Oraya giremeyecek durumdaysanız bulunduğunuz yerde, eğer radikalleşirseniz siz de, o zaman işte o merkezi güçler tarafından bütün o manipülasyonu, asimilasyonu, devletin güçleri tarafından mükemmel bir düşman haline gelirsiniz. O size karşı açılacak olan savaş, en basitinden çok daha komplike olanına kadar, o kitlenin daha totaliter bir yapının kurulmasına çok daha elverişli bir zemin oluşturur. Türkiye’ye özgü şeyler bunlar. bir yandan da çok genel. Dünya çapında, yaşadığımız dönem çok güvensiz bir zaman. Covid-19 salgınından geçmişiz, Ukrayna-Rusya savaşı, güneyimizdeki Suriye’nin bütün o Güney Kürdistan, Bağdat, Afganistan’daki krizler, oradan buraya göç eden insanlar, göçmenlerin, mültecilerin Yunanistan kapılarından geri dönmelerine kadar, üstelik Türkiye’nin enflasyonuyla bütün o maddiyat meselesi, yoksulluğun yaratmış olduğu sonuçları düşünecek olursanız… Evlerine yemek götürmeye, aş götürmeye çalışan insanların hepsi kriz halinde. Yani küçücük bir azınlık dışında herkes önümüzdeki ayın nasıl geleceğini bilmiyor. Böyle bir güvensizlik altında işte şuna inanmak çok iyi, çok rahatlatıcı; bütün bunların sebebi dış güçler, bütün bu şeylerin sebebi muhalefet!

“SADIK BİR KİTLE OLABİLİR AMA HERKESİN HER ZAMAN İNANMAMASI İYİMSER OLMAMIZI SAĞLIYOR”

Aslında çizdiğiniz tablo ekonomik problemlere rağmen güvenlikçi politikaların daha çok öne çıkabileceğine işaret ediyor. Yine o klasik dediğiniz ama her zaman işleyen sistem mi devreye girecek?

Tabii ki ama Allah’tan bu totaliter döngünün mantığı her zaman işlemiyor yani. Bir kitleyi, bir kesimi çok rahat ikna edebilirsiniz, sizin gayet sadık bir kitleniz olur. Ne derseniz yapar onlar ama onun dışında hele Türkiye’de iyimser olmamızı sağlayacak olan bu. Bir tarafı hala inandıramıyorsunuz, herkesi inandıramıyorsunuz. Mesela işte bizim bu yaptığımız Bir Arada Yaşarız Araştırması, evet doğru memlekette bol miktarda kutuplaşma var. Hepimiz biliyoruz bunu. Alevi, Sünni, Türk, Kürt sayarsanız. Dindarların kendi aralarındaki kutuplaşmadan tutun her şeye kadar. Bir yandan da hakim söylem, ortada dolaşıyor bu laflar. Yüzüyor bu laflar ama buna rağmen çok ciddi bir şekilde bu memlekette bir arada yaşama arzusu ve potansiyeli var aslında. Yani yeter ki işte şu kabuk söylemi bir kenara itip, alttakini görelim veya alttakini görünür kılmaya çalışalım. Altta gerçekten iyimser düşünmeye çalışan, başkasının derdini anlamaya çalışan çok sayıda insan var. En azından hatta şöyle söyleyeyim; böyle araştırmalarda yüzde vermek çok anlamlı olmayabilir ama bu memlekette bir arada yaşamaktan korkmayan, bir arada yaşamaya sarılan, onu arzu eden insan sayısı, bir arada yaşamaktan korkan, başkalarından korkan insanlara kıyasla çok daha fazla. Yani bu araştırmanın bence en önemli sonuçlarından biri buydu. Burada muhalefet belki bunu öne çıkartmak zorunda. Muhalefet iktidara karşı bir cephe savaşı, kimlik savaşı vermektense, belki o iktidarın altında ondan beslendiği insanları ikna edecek, onları bir arada yaşamaya ikna edecek bir takım teknikler üretmesi gerekiyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram