Erbaş’ın asıl görevi politik tetikçilik mi?

Türkiye’de Diyanet İşleri Başkan’ı düz bir bürokrattan ve memurdan ibarettir. Asli görevi de rejimin hatalarını örtmek, devletin politik stratejilerini din yoluyla topluma benimsetmektir. ‘’Bu yapıya müsamaha göstermek ihanettir" sözü de ancak bir istihbarat elemanı ya da parti devleti bürokratının sözü olabilir. 

AYHAN TEKİNEŞ 08 Mayıs 2022 GÖRÜŞ

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ile AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan

Evi isyancılar tarafından kuşatılan üçüncü Halife Hz. Osman, kuşatma boyunca bir ay Mescid-i Nebevi’de namaz kıldırmaya devam etti. Mescitte hutbe esnasında isyancılar tarafından darp edilip ağır yaralanınca Mescide çıkamadı. Bir müddet başka bazı sahabiler namazları kıldırdı; daha sonra isyancıların lideri Kinane b. Bişr, Mescid-i Nebevi’de imamlık yapmaya başladı. Bunun üzerine tabiinden Ubeydullah b. Adiy, Hz. Osman’a gelerek “Sen halkın liderisin (imam) ama başına gelen bu sıkıntılardan dolayı namaz kıldıramıyorsun şimdi bize fitnenin imamı namaz kıldırıyor; bu bize sıkıntı veriyor” dedi. Hz. Osman ona şöyle cevap verdi: “O insanların yaptığı en iyi iş namazdır. İnsanlar iyilik yaptığında sen de onlarla beraber yap, kötülük yaptığında ise kötülüklerinden sakın” (Buhari, hadis no. 695).

Kimlik üzerinden insanlar yargılanmamalıdır. Yargılama bir kişinin tüm fiillerini kapsamaz, tüm haklarından mahrum edilmesini gerektirmez. Yalnızca suç olan davranışı kapsar. Bundan dolayı bir kişinin kötü bir fiili diğer tüm davranışlarının reddedilmesini gerektirmez. Bediüzzaman’ın kullandığı metaforla ifade edecek olursak, bir gemide dokuz masum bir cani bulunsa tek bir cani sebebiyle o gemi batırılmaz. İnsan da bir gemi gibidir. Kötü fiilleri onun her davranışının reddedilmesine ve yokluğa mahkûm edilmesine gerekçe yapılamaz.

Kişilerle alakalı değerlendirmelerde olay eksenli düşünmek gerektiği gibi topluluklarla alakalı yargılarda da birey eksenli düşünmek gerekir. Dolayısıyla bir toplulukla alakalı hüküm verirken genellemelerden sakınılmalıdır. Zira ideoloji, mezhep ve ırk gibi sosyal grupları tasnifte kullanılan kriterler son derece sübjektiftir ve asla bir grubun tüm fertlerinde aynı derecede bulunmaz. Bir gruba ya da aileye mensubiyet sebebiyle tüm grup üyelerinin yargılanması ilkel kabile kültürüdür.

Suçun şahsiliği ilkesi hukuk düşüncesinin temelini oluşturur. Hatta bir grubun lideri bile grup bireylerinden herhangi birisi tarafından işlenen suçtan dolayı doğrudan yargılanamaz. İşte Hz. Osman yukarıda geçen sözü ile adeta bize hukuk dersi vermekte ve kendisine kötülük yapan, hatta mescidin içinde darp eden kişilerin yaptığı her şeyin reddedilmemesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Şayet namaz gibi iyi bir iş yaparsa onunla beraber sen de yaparsın, yaptıkları kötülüklerden de muhakkak uzak durursun.

Adalet hassas bir terazidir. Toplu olarak yapılan suçlarda bile doğrudan suça karışanların suçsuz olanlardan ayırt edilmesi esastır. Nitekim Hz. Ali, Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması konusunda suçun şahsiliği ilkesinden hareketle toplu cezalandırmadan sakındığından dolayı muhalifleri tarafından suçlanmıştır. Ancak o, siyasi açıdan zor durumda kalacağını bildiği halde hukuku politik amaçları için kullanmaya tenezzül etmemiştir.

Bir insanın ideolojisi, mensup olduğu sosyal grup ve diğer tüm aidiyetlerinin tespiti de aslında bir yargıdır. Bu tür yargılar, betimlemek, anlamak ve açıklamak için yararlı belki de zaruri tasniflerdir. Ancak bu yargılar suç isnadı ve kişinin temel hak ve özgürlüklerinin sınırlandırılması için kullanıldığında bir zulüm aracına dönüşür. İlkel toplumlarda insanlar kabileleri ve aile bağları sebebiyle itham ediliyor hatta toplu katliamlar yapılıyordu. Bir topluluğa mensubiyet suçlanmak ve cezalandırılmak için yeterli görülüyordu. Benzer yaklaşımlar tarih boyunca tüm despot rejimlerde görülür. İktidar ve güç sahipleri, toplu itham ve yargılamalarla halkı sindirmeye ve siyasi rakiplerini ezmeye çalışır.

Diyanet İşleri Başkan’ı Ali Erbaş, katıldığı uluslararası toplantıda bir toplumsal hareketi suçlamak için politik amaçlarla üretilmiş itham edici bir kavramı kullanarak “Türkiye’nin kırmızı çizgisidir’’ dedi. Bir din adamının ülkenin politik açıdan kırmızı çizgilerini belirlemesi demokratik toplumlarda pek alışık olunmayan bir durum. Erbaş’ın ‘’Bu yapıya müsamaha göstermek ihanettir” sözü ise bir istihbarat elemanı ya da parti devletinin üst düzey bürokratının konuşmasını hatıra getirdi.

Diyanet Başkanı’nın politik reflekslerle üretildiği çok açık bir suçlamayı sahiplenmesi ve bir sosyal grubu tüm fertleriyle itham etmesi ancak ilkel kabile devletlerinde ya da despot tek parti rejimlerinde görülebilecek türden bir söylemdir. Masumiyet karinesi, suçun şahsiliği esası ve bir topluluğa olan düşmanlıktan dolayı adaletten ayrılmamak gerektiği gibi hem hukukun hem de Kur’an’ın temel ilkelerine aykırı sözlerin bir din ve ilim adamı tarafından seslendirilmesi, zorba, vahşi ve insanlık dışı kabilecilik kültürünün yeniden hortladığını göstermektedir.

Politikacılar, kolaylık ve düzen için vazifeli memurlara ihtiyaç duyar. Ancak bazı makamlar vardır ki onlar politikacıların memuru değil adaletin ve hakikatin temsilcisi olmalıdır. Değerlerini de bu temsilden ve politik bağımsızlıklarından alırlar.

Dinin geçmişte tamamen yasaklandığı Arnavutluk’ta din temsilcileri bugün itibarlı bir makama sahiptir. Zira Arnavutluk’ta her din kendi temsilcisini bizzat kendisi seçer. Bundan dolayı bayramlarda dini makamlar üst düzey devlet yetkilileri ve politikacılar tarafından ziyaret edilir ve saygı görür. Ancak Türkiye’de Diyanet İşleri Başkan’ı düz bir bürokrattan ve memurdan ibarettir. Sanki Başkan’ın asli görevi politikacıların hatalarını örtmek, despotizme mazeret üretmek ve devletin politik stratejilerini din yoluyla topluma benimsetmektir.

DİB Ali Erbaş’ın son konuşması politik çıkarcılık ve ayrımcılığın Diyanet’i getirdiği vahim durumu gözler önüne serdi. Devletin ideolojik ve politik stratejilerine gerekçe üreten, dini hareketleri kontrol eden, dini söylemin devletin resmî ideolojisine uygunluğunu denetleyen Diyanet kurumu son dönemde tamamen kontrol dışına çıkarak belirli bir parti aparatına dönüştü. Bu dönüşüm aslında her zaman tartışmalı bir misyonu olan Diyanet’i daha da tartışmalı hale getirdi. Ne yazık ki, Diyanet kendisini politikacıların basit amaçlarına alet ederek genç ve gelecek nesiller nezdindeki itibarını da yerle bir etti.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram