Kardeş yazarın gölgesinde

Edebiyat tarihi aynı ya da farklı türlerde eser veren kardeş edebiyatçıların hikâyeleriyle dolu. Bu hikâyeler arasında dayanışma örnekleri kadar, kardeşlerden birinin gölgesinde kalan öteki kardeşin yazgısını da bulmak mümkün. Edebiyat tarihinde öne çıkan kardeş yazar hikâyelerini derledik.

BAŞAK YÜCE 14 Şubat 2021 DOSYA

Emily, Anne ve Charlotte Brontë Kardeşler

Habil ve Kabil’den beri kardeşler arasındaki kıskançlığın birbirini yok etmeye varışının hikâyesi anlatılır. Yakup ve İshak’a, Roma şehrini kuran ikizler Romulus ve Ramos’a kadar anlatılagelir bu rekabet. Bir trajedi unsuru olur, Yunan trajedisi Antigone’de birbirinin kalbine bıçak saplayan Eteocles ve Polyneices’le, Shakespeare’in Hamlet’inde Kral Claudius’un kardeşi Kral Hamlet’i öldürmesiyle ya da Kral Lear oyununda Goneril’in kardeşi Regan’ı katletmesiyle temsil edilir.

Efsanelerde, dinî metinlerde ve ilk edebi eserlerde kötüyle iyiyi karşıt uçlara koyma, ilk ‘öteki’den, yani kardeşten başlayarak yapılır. Kardeşlik halinin edebiyat tarihin- de seyrine baktığımızda bu rekabet -hatta kardeş katli- bir iç çatışmanın sembolüne de dönüşür. Franz Kafka’nın “Bir Kardeş Cinayeti” öyküsündeki gibi, görünürde Wese’nin Schamar’ı veya yaygın yorumuyla kişinin kendisini yok edişi ile Sitwell kardeşlerden Edith Sitwell’in Habil ve Kabil’e atıf yaptığı “Kabil’in Gölgesinde” şiiri buna örnektir. Bu gölge, kardeşlerin edebiyat tarihindeki izini sürerken bizim için tam da uygun bir teşbih olacak.

Modern psikoloji, kardeşi kişiye göre konumlandırırken bireyin kendini tanımasında kardeşinin rolünü inceler: İlk kıskançlık, ilk rekabet, ilk öteki, ilk ayna olarak da tanımlar kardeşi. Örneğin, Lacan’a göre egonun ilk taşlarındandır kardeş, öteki ve hayali ilişkilerimizin de ilklerindendir. Yaşamda ilerlerken kardeşe duyulan öfke, kıskançlık dağılır çoğunlukla, dağılmasa da şekil değiştirir ve ilk öteki bazen tek müttefik kalır.

Yine de, kardeş edebiyatçıların çoğunun -birkaç önemli istisna dışında- ilişkisi aslında bir başka söylenceyi, Halil İbrahim bereketini de akla getirir. Efsaneye göre iki kardeş Halil ve İbrahim birbirine haber vermeden diğerinin samanlığına buğday taşırmış gizlice. Böylece hiç bitmezmiş yiyecekleri, durmadan artarmış, bu nedenle bereketli sofralara Halil İbrahim sofrası denirmiş. Edebiyatçı kardeşlerden de edebiyatı böyle bir sofraya dönüştürenler az değil.

Hatırlatmadan geçmemeli, sanatın pek çok alanında kardeş dayanışması çığır açıcı işlere imza atmıştır. Örneğin sinema ve müzik kardeşlerin en çok birlikte anıldıkları sanat dallarıdır. Sinema sanatı varlığını bir kardeş ortaklığına, Lumière Kardeşlere borçludur. Coen Kardeşler ve Wachowski Kardeşler de sinemada kardeş işbirliğinin iyi örnekleridir. Kardeşlerden oluşan müzik grupları efsaneye dönüşmüştür, Michael Jackson’ı çıkaran Jackson 5’dan Isley Kardeşlere, Everly Kardeşlere, Oasis grubunun Galagher kardeşlerine kadar pek çok efsaneyi anmak mümkündür bu kategoride. Öte yandan, edebiyatın bireysel bir uğraş oluşu bu alanında kardeşlerin uğraşını da daha öznel kılar elbette, iyi yazmak tek kişiliktir. Yine de ortak yazılan romanlar, eleştirel çalışmalar, ortak tutulan günlükler gibi pek çok işbirliği hikayesi barındırdığı da olmuştur edebiyat tarihinin.

GONCOURT VE GRIMM KARDEŞLER

Ortak ürünler veren ve edebiyat tarihine de soyadlarıyla geçen iki kardeş çift gelir öncelikle akla: Goncourt ve Grimm Kardeşler. Sadece çocukluklarında değil, yetişkinken de hemen hemen hiç ayrılmayan, aralarında sekiz yaş fark bulunan Fransız Goncourt Kardeşler, yirmi beş yıl arayla yaşamlarını yitirseler de aynı yere gömülür. Birlikte yazdıkları natüralist romanların edebi niteliği, kalıcılığı tartışmalı olsa da iki kardeşin Günlükler‘i bugün hâlâ ilgi gören eserleridir. Dönemlerine, Fransa’daki edebiyat ortamına ve kendi yazma uğraşlarına ilişkin kalıcı bir metne dönüşmüştür bu günlükler. Edmond de Goncourt, kardeşi Jules’un ardından edebi uğraşlarını kaldıkları yerden bu sefer tek başına sürdürür. İki kardeş sanat eleştirisi ve sosyal bilimler alanında da birlikte eserler verir. Alman Grimm Kardeşler yani Jacob ve Wilhelm Grimm ise Cindrella, Hansel ve Gratel, Pamuk Prenses ve Rapunzel gibi çoğumuzun bildiği, dinlediği masalları, halk hikâyelerini derlemekle kalmamış, dilbilimi alanında çalışmalar da yapmışlardır birlikte. Grimm Kardeşler topladıkları masalları yeniden edebi bir dille yazmış ya da biraz da sansürlemişlerdir. İkilinin işbirliği halk bilimine en önemli malzemelerini, çocuklara dilden düşmeyen masalları kazandırmıştır.

Goncourt Kardeşler

BİR İNGİLİZ GELENEĞİ: KARDEŞ KALEMLER

Virginia Woolf, Manzaralı Bir Oda’nın en çarpıcı bölümlerinden olan “Shakespeare’in Kızkardeşi”nde, Shakespeare’in bir şair kızkardeşi olsaydı bir kadın olarak ve aynı zamanda dev Shakespeare isminin kardeşi olarak gölgede kalmaya mahkum olacağını yazar. Shakespeare’in kızkardeşlerinden hiçbiri böyle bir karşılaştırma yapabileceğimiz kadar yaşamamış ya da edebi bir eğilim göstermemiştir. Yine de Woolf’un bu varsayımı kendisinden önceki yüzyıllarda ancak erkek isimlerinin arkasına sığınıp yazabilmiş pek çok kadın yazara da referansla edebiyatta cinsiyet sorununa işaret eder. Ama Woolf’un örneği aynı zamanda yazan iki kardeşten birinin baskın ötekinin gölgesinde kalmaya mahkum olacağı gerçeğine de ışık tutmuştur. Woolf’un kendi deneyiminde bu ilişki farklı işlemiş olsa da, yine de kızkardeşi ressam Vanessa Bell’in resimleri ve yazdıklarının bugün Virginia Woolf efsanesini anlamak için kullanılması aslında bu kaçınılmazlığı genel olarak yaratıcılık düzeyinde örneklendirir.

Diğer yandan Woolf’un “Shakespeare’in Kız Kardeşi”ndeki tespitleri kendinden bir asır önce yazan Viktorya dönemi edebiyatının en önemli üç ismiyle pek çok açıdan daha çok benzerlik gösterir. Bu üç kadın yazar aynı soyadını taşımaktadır: Brontë. Charlotte, Emily ve Anne. Yazmaya dönemin kadın yazarlarının çoğu gibi erkek isimli müstearlarla başlarlar üç kızkardeş, tam da Woolf’un dikkati çektiği kadınların görünmezliği nedeniyle. Babaları Patrick Brontë de pek çok şiir yazmış ancak istediği başarıyı yakalayamamıştır, bazı biyografilerde oldukça otoriter bir figür olarak anlatılır. Annelerini erken yaşta kaybeden üç kızkardeş böylece babalarıyla yaşadıkları Yorkshire’daki Haworth köyünde aynı evin üç odasında, yakın zamanlarda Uğultulu Tepeler, Jane Eyre ve Agnes Grey’i yazar. Edebiyat çevrelerinde çok ses getirse de müstear adla yayımlanan bu romanların etrafında oluşan gizem, eleştirmenlerin üç romanın aynı kişi tarafından yazıldığını ve müstear adlarıyla Currer, Ellis ve Acton Bell’in aynı kişi olduğunu iddia etmesine kadar varır. Buna dayanamayan abla Charlotte, nihayet Londra’ya giderek gerçeği açıklar ve İngiliz eleştirmenlerin tüm dikkati bu sefer ailenin üzerine çevrilir bir anda. Ancak talihsiz kızkardeşlerden Anne ve Emily, romanların yayımlanmasından bir buçuk yıl geçmeden hayatlarını kaybederler. Charlotte Brontë, kardeşlerinin ardından edebi şöhreti tatmış olsa da, henüz kırk yaşına varmadan o da aynı kaderi paylaşır. Jane Eyre’in yazarı Charlotte kardeşlerin en dışarıya açık olanı ve kardeşleri için de anne figürüdür. Bu baskın karakteri ve belki de daha uzun yaşamış olmasının ona edebiyat tarihinde daha sağlam bir yer kazandırdığı düşünülebilir. Öte yandan, bugün hâlâ Uğultulu Tepeler’in Jane Eyre’den daha iyi bir roman olduğunu savunan eleştirmenler var. Bu üç kadın yazarın içki ve afyondan erken yaşta yaşamını yitiren erkek kardeşleri Branwell’in de kısa öyküler yazmış olduğu biliniyor.

Virginia Woolf (sağda) ve kardeşleri

“KIZ KARDEŞ YAZAR”

İngiliz edebiyatında daha geriye gittiğimizde, Woolf’un kız kardeş şairin görünmezliği tezini kısmen de olsa tartışmalı kılabilecek, belki de istisnai bir örnekle karşılaşırız. On sekizinci yüzyılın sonlarında yazan, Tom Jones’un yazarı Henry Fielding ve kızkardeşi yazar Sarah Fielding edebiyat tarihine ‘Fieldingler’ olarak geçmişlerdir. Londra’da abisinin yanında yaşayan, aynı zamanda Henry’nin ev işlerini yapan Sarah’nın Henry Fielding’in romanlarına bir yazar olarak da katkısı olduğu söylenir. Bu katkı “kız kardeş yazar” (sister novelist) benzetmesini doğurmuştur hatta. Henry’nin romanlarındaki kadın sesleri Sarah’nın kaleminden çıkar. Neden sonra benzer bir katkıyı Henry Fielding de Sarah’nın eserlerine yapacaktır. Sarah Fielding, David Simple’ın Maceraları romanıyla adını duyururken, Henry bu romanın önsözünü yazan ve kardeşinin romanlarındaki bazı mektupları kaleme alan kişidir.

Yirminci yüzyıla geldiğimizde de sürer İngiliz kardeş yazarlar geleneği. Çocukların ebeveynlerine karşı geliştirdiği bir kaçış yolu olmuştur yazmak Edith, Osbert ve Sacheverell Sitwell kardeşler için. Tarihçilerin “eksantrik” diye nitelendirdiği aristokrat bir aileden gelen Sitwelller tüm yaşamlarını edebiyata adarlar. Yirminci yüzyılın en önemli İngiliz şairlerinden ve aynı zamanda eleştirmen olan Edith Sitwell, Habil ile Kabil’e atıf yapan ünlü şiiri “Kabil’in Gölgesinde” de kardeşin kardeşi öldürmesine ve sembolik olarak bölünen ana rahmine, insanlığın milletlere bölünmesine bir ağıt yaksa da 1916 ile 1930 yılları arasında Londra’da kurdukları üç kişilik edebiyat kliği Sitwellerin adını edebiyat tarihine birlikte yazdırır. Yine de dönemin aktif edebiyat ortamı içinde Sitwell’ler eleştirilmiş, edebi faaliyetleri kimi zaman ciddiye alınmamıştır. Osbert Sitwell pek çok roman ve beş ciltlik bir otobiyografi yazmış, Sacheverell Sitwell ise şiir ve sanat eleştirileri kaleme almıştır. Sacheverell’in Sitwell adına mühürlenen tuhaf imajından kurtulmak için yaşamının ilerleyen dönemlerinde kendini aileden uzaklaştırdığı yazılır.

“KARDEŞ HAYATIMIN EN ÇETİN SORUNU”

Thomas Mann’ın kendisi gibi roman yazarı olan kardeşi Heinrich Mann’la ilişkisi büyük bir yazarın gölgesinde yazmanın zorluğunu gösteren en çarpıcı örneklerden. Thomas Mann’ın ünlü romanı Buddenbrook Ailesi’yle benzer özellikler taşıyan Mann ailesi aslında bölünmüş bir ailedir. Heinrich ve Thomas Mann edebi, siyasi ve şahsi pek çok konuda çatışsa da (Thomas Mann Birinci Dünya Savaşı’nda Almanya’yı desteklerken, Heinrich Mann savaşa tamamen karşı çıkar örneğin) ve kimi eleştirmenler nefrete varan bir kıskançlık diyecek kadar iki kardeş arasındaki ilişkiyi gergin bulsa da aslında Mann’lar mektuplaşmayı sürdürür yaşamları boyunca. Nazileri eleştiren Heinrich Mann yaşamının çoğunu sürgünde geçirmiştir. Heinrich’in sürgün hayatının edebi kariyerini olumsuz etkilediği yazılırken, kardeşi Thomas Mann Nobel edebiyat ödülüne değer görülür. Aslında dört yaş büyük olan Heinrich yazmaya Thomas’tan önce başlamış, kardeşi için de bir rol model olmuştur. Neden sonra Buddenbrook Ailesi’ni yazarak ve ardından Nobel Edebiyat Ödülü’nü alarak abisini geride bırakan bir üne kavuşan Thomas, Heinrich’le ilişkisini “kardeş sorunum hayatımın en büyük, en çetin sorunu” diye tanımlayacaktır.

Thomas Mann ve kardeşi Heinrich

Thomas Mann ismi dibine ışık vermeyecek kadar büyük bir isimdir edebiyat dünyasında. Neden sonra roman yazarı oğlu Klaus Mann’ın da amcası Heinrich’le aynı kaderi paylaştığı görülür. Klaus, Heinrich’ten bir adım ileri gidip babasının gölgesinde intihar etmeyi seçmiştir. Klaus gibi Thomas Mann’ın Alman edebiyatı profesörü ve müzisyen olan diğer kardeşi Michael da Andrea Weiss’in aileyi incelediği kitabının başlığıyla söylersek, “Büyülü Dağ’ın Gölgesinde” intihar eder. Thomas Mann’ın oğlu Klaus’un yazdığı otobiyografide amcası Heinrich’i sıklıkla övdüğü görülür, babası konusunda ise Günlükler‘indeki yaralı bahisler dışında genellikle sessizdir. Thomas Mann ise abisini en büyük sorunu olarak nitelemesine rağmen bir yandan da yazdıklarını över Heinrich’in. Bu baskın ya da daha başarılı olan edebi kardeşin genel tutumudur aslında, başka örneklerde de başarılı kardeşin ötekinin yazdıklarını övdüğü, onu desteklediği görülecektir. Bunun ne derece samimi bir övgü olduğu ya da bir ölçüde gizli bir suçluluk duygusundan mı kaynaklandığı tartışılabilir. Mann kardeşler aynı kaynaklardan beslenmiş burjuva bir ailenin iyi eğitim almış çocukları olarak büyüseler de, yolculukları farklı yönlere gider, Thomas içe, Heinrich ise daha çok dışa yolculuk eder edebi serüvenlerinde. Yazmaya başladıklarında Goncourt Kardeşler gibi ortak eserler yazmayı düşlemişlerse de bu hiçbir zaman gerçekleşmemiştir.

BİR TAŞ DUVAR

“Kafka’dan sonra en iyi Yahudi yazar” olarak da tanımlanan Brezilyalı yazar Clarice Lispector ve ablası yazar Elisa Lispector’un hikâyesi de Mann’lar gibi bir edebiyat devinin soyadını paylaşarak yazmanın zorluğunu anlatır. Clarice Lispector, ailesi iki dünya savaşı arasında, küçük bir Ukrayna köyünden Brezilya’ya göç etmek zorunda kaldığında henüz yeni doğmuştur. Kendisi gibi yazar olan ablası Elisa Lispector ise o zaman 9 yaşındadır. Elisa Lispector’un romanları ve öyküleri kardeşininkiler gibi uluslararası bir üne kavuşmasa da, Brezilya’da kimi eleştirmenler Elisa’nın da oldukça başarılı bir öykü yazarı olduğunu düşünür. İki kardeş yaşamlarının ilk yirmi yılını birlikte geçirmişler ve aynı kaynaklardan beslenmişlerdir ancak iki yazarın üslupları da konuları da birbirinden farklıdır. Ukrayna’dan açlık ve sefalet içinde hayatta kalmak için Brezilya’ya göç etmek zorunda kalan ailenin zor yolculuğunu ve daha sonra yeni ülkelerinde yaşadıkları zorlukları ailenin büyük çocuğu Elisa, Clarice’ten daha canlı olarak hatırlar. Elisa’nın yazdıklarının bu nedenle daha otobiyografik öğeler içerdiği düşünülse de, sürgünleri sırasında henüz çok küçük olan Clarice’in ailelerinin yaşadığı travmayı daha çok sembolik olarak anlattığı söylenebilir. İki kız kardeş yazmaya başladıklarında Clarice, yazar Elisa Lispector’un kardeşi olarak tanıtılırken, çok geçmeden Elisa yazar Clarice Lispector’un ablası olarak anılmaya başlamıştır.

Lispector Kardeşler

Öte yandan Clarice’in psikoloğunun tespitiyle kızkardeşleri Clarice’in süperegosudur. Annesini erken yaşta kaybeden Clarice için Tania ve Elisa Lispector aynı zamanda anne figürü de olur. Clarice yaşamı boyunca iki ablasından da kopmaz. Elisa Lispector’un edebi kariyerini onu cesaretlendirerek destekler üstelik. Ancak Elisa aynı zamanda üst düzey bir bürokrat olarak daha sessiz ve düzenli bir yaşam sürer ve yalnızlık, sevilmeme, fark edilmeme gibi konuları ele alır daha çok yazdıklarında da. Bugün Elisa’nın hem kurgu metinlerinden hem de hatıralarından en çok araştırılan kadın yazarlardan biri olan Clarice üzerine çalışmak, eserlerini yorumlamak için yararlanılıyor. Clarice Lispector hakkında yazılan pek çok biyografide Elisa’nın notları ve otobiyografik romanı Sürgünde temel kaynak olarak anılıyor. Ancak Elisa’nın eserlerinin çoğunun ülkesi Brezilya’da bile yeni baskısı yok. Eleştirmenler bir efsaneye dönüştüğünden soyadı kullanılmaya bile gerek duyulmayan, sadece Clarice olarak anılan kızkardeşin dehasının abla Elisa’yı gölgede bıraktığı ve yalnızlığını daha da perçinlediği yorumunu yapıyorlar. Mektuplardan, üçüncü kişilerin anlattıklarından anlaşıldığı üzere iki kardeşin arasında söze dökülmemiş bir ulaşılmazlık kaygısı hep var olmuş, ya da Elisa Lispector’un kitaplarından birinin adıyla söylersek “Bir Taştan Duvar”.

Benzer bir karşılaştırma Nobel ödüllü İngiliz yazar V. S. Naipaul ve erkek kardeşi yazar Shiva Naipaul için de yapılır. Shiva 40 yaşında geçirdiği bir kalp krizi sonucu aniden vefat edince yazarlık kariyeri uzun sürmemiştir. Shiva’nın ardından yazılanlarda, küçük kardeşin, abisi V.S. Naipaul’un edebi başarısının gölgesinde kaldığı ve bunun farkında olduğu yazılmıştır.

SOMUT ŞİİRİN KURUCUSU CAMPOS’LAR

Brezilya’nın en önemli şairlerinden Augusto de Campos ve aynı zamanda dünyaca ünlü bir çevirmen olan kardeşi şair Haroldo de Campos, edebiyat tarihinde Campos Kardeşler olarak anılır. 1950lerde uluslararası ilgi gören bir akım olan “Somut Şiiri”n (poesia concreta) öncülüğünü yapmışlardır Camposlar. Ülkelerinde somut şiir akımının uygulayıcısı olan ve aynı adlı bir dergi etrafında birleşen Noigandres grubunun da kurucusudurlar.

İspanyol şair Antonio Machado ve kardeşi şair Manuel Machado edebi kariyerlerine birlikte Paris’e gidip sembolist şairlerle tanışarak başlarlar. Diğer erkek kardeşleri Jose Machado da şairdir. Manuel ve Antonio birlikte İspanya’nın Andaluzya bölgesine dair tiyatro eserleri de kaleme alır. Öte yandan saydığımız pek çok örnekte olduğu gibi eleştirmenlere göre zamanın ruhunu daha iyi yansıttığı için Antonio Machado’nun şiirleri Manuel’in edebi kariyerini gölgede bırakmıştır.

Alman şair ve çevirmen August Wilhelm Schlegel ise kendisi gibi şair olan aynı zamanda Alman Romantizminin önemli isimlerinden düşünür ve dilbilimci Friedrich Schlegel’in kardeşidir. Schlegel kardeşlerin, özellikle de Friedrich’in Amerikan eleştiri geleneğinin gelişmesinde rolü büyük olur. Alman romantizminin kurucusu sayılan Jena Romantikleri arasında da birlikte yer almışlardır.

YAZARLIK DOSTLUĞU

Türk edebiyatının en önemli öykücülerinden Vüs’at O. Bener ile kardeşi yazar Erhan Bener kardeş olmanın yanı sıra edebi bir dostluk da kurarlar. İki kardeşin video kayıtlarındaki diyaloglar kullanılarak bir araya getirilen Kurmacasız Bir Yaşam adlı kitapta Erhan Bener şöyle tanımlar aralarındaki bu ilişkiyi: “Benim kendisiyle aşağı yukarı elli yıllık bir yazarlık dostluğum vardır. Tabii çocukluğumuzdan beri gelen bir de kardeşlik ilişkimiz var ki, bu ilişki sanıyorum Türkiye’de her kardeşe, kardeşler arasında herkese nasip olmayan bir dostluk içerisinde bugüne kadar süregelmiştir.” Vüs’at O’Bener’in otobiyografik “Kendi Öyküsü,” iki kardeşin ilişkisine bu sefer abinin gözünden ışık tutar. Bener’in anlattığına göre edebiyat gruplarına birlikte girmişler, hep kollamışladır birbirlerini. Vüs’at O Bener, “imdadıma EB yetişti” diyerek anlatacaktır öyküsünde yaşamın zorlukları içinden yol alırken yanında bulduğu kardeşiyle ilişkisini. Hatırlatmak gerekir ki Bener ailesinin edebi kenetlenişi iki kardeşle son bulmaz. Romancı Yiğit Bener, Erhan Bener’in oğludur.

“Canım ağabeyim”, “Canım kardeşim” hitaplarıyla başlayan mektuplarla uzakta oldukları zamanlarda bile iletişimlerini asla kesmeyen şair ve ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu ve abisi yazar Sabahattin Eyüboğlu da birbirlerinin eserlerini ve yaşamlarını yönlendirmiş iki isimdir. Sabahattin Eyüboğlu, Bedri Rahmi’nin kariyerinde oldukça destekleyici olmuş, Fransa’dan ona resimle ilgili kitaplar göndermiş ve Paris’teyken Bedri Rahmi’yi yanına almıştır. İki kardeşin birbirlerine yazdıkları mektuplar, 35 yıllık mektuplaşmaları Kardeş Mektupları adıyla bir araya getirilmişti. Eyüpoğlu kardeşlerin birbirlerini hep sevgiyle kolladıkları bu mektuplarda da görülür. Sabahattin Eyüpoğlu şöyle yazar kardeşi Bedri Rahmi’ye örneğin: “Canım kardeşim, Küskün aşıklar gibi beklediğim mektubun nihayet geldi. Bir yandan okudum, bir yandan seni öptüm ve sonra gökyüzüne feri iki misli artmış gözlerle baktım.”

Toplumcu şiirin iki ismi Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram kardeşlerin sadece edebi yolculukları değil siyasi görüşleri nedeniyle yaşadıkları hapis ve sürgün de kesişir. Her iki kardeş de darbe dönemlerinde hapis cezası almış, Fransa’ya gitmek zorunda kalmıştır. 1970li yıllarda Militan adlı dergiyi de birlikte çıkarır Ataol Behramoğlu ve Nihat Behram.

TEZER ÖZLÜ, DEMİR ÖZLÜ, SEZER DURU…

Türk edebiyatının özgün ve genç yaşta yiten kalemi Tezer Özlü, dün kaybettiğimiz yazar Demir Özlü ve yazar-çevirmen Sezer Duru’nun kızkardeşidir. Demir Özlü, Sezer Duru’nun hazırladığı Tezer Özlü’ye Armağan adlı kitapta, küçük kızkardeşlerinin doğumunu “Ben o zaman 7 yaşındaydım. Aileye kumral bir bebek gelmişti. Bu doğum olayını anımsıyorum” diye anlatır. Ağabeyi Demir Özlü’nün Tezer’in yazma kariyerine etkisi büyüktür. Kızkardeşini edebiyat ortamlarına sokar Demir Özlü. Sezer Duru’ysa çevirmen kimliğiyle abisi ve kızkardeşinin eserlerini Almancaya çevirerek katkıda bulanacaktır edebi kariyerlerine. Sezer Duru, verdiği bir söyleşide genç yaşında ölen kardeşi Tezer Özlü’nün ardından şu cümleleri kurmuştur: “Gurur duyuyorum, sevgi duyuyorum. Gittikçe özlem de duyuyorum tabii. Tezer’i çok takdir ederim, çok yakın bir ilişkimiz vardı, ikiz gibiydik. Tabii onun ölümü benim yarımı aldı, götürdü.”

Öykü yazarı ve denemeci Rasim Özdenören de 2003 yılında vefat eden ikiz kardeşi şair Alaeddin Özdenören’i anarken benzer şekilde sevgi dolu cümleler kurar, “benim için Yunus Emre’nin deyişiyle birer göğ ekin mesabesindeydi” diye yazar. Öte yandan iki kardeşin karakterleri arasındaki farklılıkları da her fırsatta dile getirir. Tez canlı Alaeddin’i şöyle anlatır Rasim, “Ben ölü doğmuşum. Ayağımın altını jiletle kesmişler. Oradan akan kanın ardından ağlamaya başlamışım. Alaeddin ciyak ciyak bağırarak dünyaya gelmiş. Alaeddin daha sevimliymiş, kucaktan kucağa dolaşırmış.” Rasim Özdenören, ikiz oldukları için birbirlerini çocukluklarında hiç kıskanmadıklarını anlatıyor bir söyleşide de, öte yandan şunu da ekleyerek: “Bu kaideyi Alaeddin’in teneşirdeki duruşu bozdu. Vakur ve muhteşem bir duruştu o. Onu ilk defa orada kıskandım. Niye bende orada onun yanında değildim diye…”

KARDEŞİN GÖLGESİNDE KALMAK

Çocukluk bir yazar için en önemli membadır, bunu pek çok yazar defalarca söylemiştir. Öte yandan aynı ortamda büyümüş olmaya, benzer çocukluk deneyimlerine rağmen birbirinden üslup ve içerik olarak çok farklı metinler de yazmıştır kardeşler. Kaçınılmaz olarak aynı alanda, türde ürün veren kardeşlerden daha başarılı ya da daha kanonik olanın gölgesinde kalması söz konusu da olmuştur diğerinin, zamanın ya da yeni okumaların diğer kardeşi bu gölgeden kurtardığı da vakidir. Genel olarak kardeşlerin edebi başarıları diğeri için ölçü teşkil etse de, yukarıda okuduğumuz dayanışma örnekleriyle de doludur birlikte yazı uğraşı. Edebiyat tarihçileri için ilk başvurulacak birincil kaynaklardır hep diğer kardeşin metinleri, arşivleri, öteki hakkında ya da ardından kurduğu cümleleri.

Modern psikolojinin konumlandırışına, trajediye konu oluşuna, en çetin sorun haline gelişine rağmen ya da belki de tam bu nedenlerle, kardeşler arasında yazdıklarımızın, eleştirmenlerin yorumladıklarının ötesinde belki kendilerinin bile yer yer unuttukları bir ahenk vardır, diyalektik bir ahenge benzer bu. Hikayelerin çoğunda da bir motif gibi görülür genel resme bakıldığında. Dylan Thomas’ın Galler’de Bir Çocuğun Yılbaşı adlı kitabında yazdıklarında hissedilebilecek olan ahenge benzer: “Geçen yıl da yağdı kar. Bir kardan adam yaptım. Erkek kardeşim alaşağı etti onu, ben de erkek kardeşimi indirdim yere. Sonra çay içtik birlikte.”

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram