Biri dinlese de anlatsam, ‘Ah, Asuman!’

‘Ah, Asuman!’, bir kısa film olarak izlenip geçilecek bir yapım değil. Onda Homeros’tan günümüze gelen bitmek bilmeyen anlatma arzumuzun, ‘sahicilik’ delisi dinleyenin duvara toslamasıyla son bulan hikayesi var. Hatırı olan, o hatır için uzun yıllar saklanıp aktarılacak bir hikâye…

YAVUZ GENÇ 05 Eylül 2021 KÜLTÜR

Anlatmayı çok seviyoruz. Anlatma konusunda en beceriksiz olanımız bile akla hayale gelmeyecek olaylarla bezer hikâyesini. Bu hem karşıdakini hikâyeye dahil etmek için gereklidir, hem de devamını getirebilmemiz için bize gereken motivasyonu sağlar. Yeter ki dinleyecek biri olsun karşımızda.

Homeros’tan beri hikâye anlatıcılığı bu topraklardaki en eski ve en çok rağbet gören ‘mesleklerden’. Bu nedenle susmayı tercih edene pek iyi bakılmaz. ‘Suskun’, denir, gerçek adı unutulur. ‘Soğuk’ denir, ‘ağzını bıçak açmaz’ denir. Oysa beklenen anlatmasıdır. Ne anlattığının bir önemi yok, yeter ki bir şey anlatsın.

Bir de dinlemek var tabi, anlatmanın tam karşısında. O zor olan işte. Her zaman dinleyen bulmak kolay değil. Hevesle, binbir emekle giriştiğimiz tüm anlatma maceraları bir dinleyene mahkûm.

DİNLEYİCİ KOLTUĞUNA OTURUNCA…
Selahattin Demirtaş’ın Seher isimli kitabından senaryo haline getirilip, ardından ehil bir kadronun elinden filme, Settar Tanrıöğen (Fahri) de görüp görülebilecek en iyi anlatıcılardan birine dönüşünce, avukat adayı Ahmet (Halil Babür) de görüp görülebilecek en iyi dinleyici olunca (saf olanı makbuldür), zihnimden ‘anlatma’ hastalığımız geçti, ‘Ah, Asuman’ı her izleyişimde. Üç kez izledim. Sahne sahne ezberledim desem yeridir. Daha da izlerim. İyi hikayeler abartıyı hak eder, bunu bilirim. Fahri’nin, kaybettiği Asuman’ın peşinden neler çektiğini söyledikten sonra ‘Biri dinlerse de anlatırım’ dediği yerde, hepimizin hikayesi sere serpe açık oluyor.

DEMİRTAŞ’IN ÜSLÛBU, KIVANÇ’IN ‘ANLATICILIĞI’
Demirtaş’ın Seher’indeki en dikkat çekici hikayelerden biriydi ‘Ah, Asuman!’ Demirtaş’ın seçim meydanlarından da aşina olduğumuz mizahi dili hikayede başat roldeydi. Hikâyenin filmografisi de hemen birilerinin gözüne çarpmıştı, kitap yayınlandıktan sonraki ilk çıkan yorumlarda, dikkatimi çekmişti. Bereket versin ki Ümit Kıvanç, Gaye Boralıoğlu ve Çiğdem Mater gibi çalışkanlıklarıyla parmak ısırtan birkaç kişi el ele verip film yapmayı düşünmüş. Demirtaş’ın yapmacıklıktan uzak üslubu, Kıvanç’ın ‘anlatıcılığıyla’ buluşunca, ortaya hem seyir zevki yüksek bir film çıkmış, hem de uzun süre unutulmayacak bir anlatıcı-dinleyen hikayesi vücut bulmuş.

OYUNCULUĞUNDAN DEĞİL, SAHİCİLİĞİNDEN
Bir fenomene dönüşen Neflix dizisi ‘Bir Başkadır’daki imam rolüyle Settar Tanrıöğen, hatırı sayılı bir hayran kitlesi oluşturmuştu. Tanrıöğen, ‘Ah, Asuman!’daki rolüyle bu kitleyi daha da büyüteceğe benziyor. O kadar sahici anlatıyor ki film bittiğinde, okulu yeni bitirmiş hukuk öğrencisi Ahmet’in şaşkınlığı seyircinin yüzünde asılı kalıyor. Fahri, ekran karşısında masum masum ‘anlatıcının’ ağzının içine bakan seyirciyi anlattığına o kadar inandırıyor ki bu ‘trolleme’ en başta sözünü ettiğim anlatan/dinleyen olayını da alt üst ediyor. Demirtaş’ın hikayesini daha önce okuyanları bile sadık bir dinleyiciye dönüştüren bir başarı. Settar Tanrıöğen’in kendiliğinden ‘anlatıcılığı’, oyunculuğundan değil, sahiciliğinden.

‘Ah, Asuman!’, sadece bir kısa film olarak izlenip geçilecek bir yapım değil. Onda Homeros’tan günümüze kadar gelen bitmek bilmeyen anlatma arzumuzun, ‘sahicilik’ delisi dinleyenin duvara toslamasıyla son bulan hikâyesi. Hatırı olan, o hatır için uzun yıllar yoldaşlık edilecek bir hikâye…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram