Vural Ergül: ‘AKP iktidarının en büyük dayanağı muhalefetin sünepeliği’

MİT TIR'ları ve Ergenekon davalarının avukatlarından Vural Ergül: CHP, İYİ parti ve HDP bu üç muhalefet partisi parlamento dışı Halkın Kurtuluş Partisi’nin yaptığını yapamıyor. Sedat Peker’in açıkladığı belgeler sonrasında hiçbiri adım atamadı ki bu utanç da aslında Türkiye muhalefetinin utancı, ayıbı.

HİCRAN AYGÜN 25 Ekim 2021 SÖYLEŞİ

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) iş insanı Osman Kavala için “Tahliye edin” kararının ardından 10 ülkenin büyükelçisinin mesaj yayınlaması tek taraflı diplomatik kriz çıkardı. Söz konusu ülkelerin liderlerinin, büyükelçilerinin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmasına ses çıkarmaması bu kez Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesini yükseltmesine neden oldu. 10 büyükelçinin birden “istenmeyen adam” ilan edilmesi için talimat vermesi ve Erdoğan’ın son günlerde mitinglerinde sürekli bundan bahsetmesi aslında ülkedeki ekonomik çöküş gerçeğini “perdelemeye çalışmakla” yorumlanıyor. Türkiye’nin AİHM kararının hemen ardından “gri listeye” alınması, Avrupa Konseyi’nin yaptırım uygulayabileceğine ilişkin açıklamalar ve devam eden uzun tutukluluk sürelerine dair bundan sonra neler olabileceğini Avukat Vural Ergül’e sorduk… Sonuç, biraz karanlık…

SİYASİ İRADENİN TEPKİLERİ POLİTİKANIN DEĞİL PSİKİYATRİNİN KONUSU

AİHM, Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’la ilgili tahliye edilmesine ilişkin daha önce de karar almıştı. Neden bu kez büyükelçilerin mesaj yayınlamasına gidecek kadar tepki aldı?

Büyükelçilerin ‘AİHM kararlarına uyun, AB taahhütlerini yerine getirin’ açıklamalarına konu Kavala ve Demirtaş’a dair daha önce de benzer açıklamalar oldu. Rahip Brunson, Deniz Yücel’in haksız tutuklanmaları sürecinde yapılan açıklamalar, uyarılar da bugün büyükelçilerin yaptığı uyarılardan daha hafif değildi… Ama o zaman dolar 6 TL, benzin 5 TL bile değildi. Şimdi ise TL durmaksızın değer kaybediyor. Ekonomiye, çarşıya, pazara dair konuşulanlar herhangi bir anlam veya karşılık bulamıyor. Halkın her kesiminde, AKP tabanını geçin artık, AKP yöneticileri, hatta AKP’nin tepe yönetiminde dahi ciddi bir endişe ve korku hakim… Eh hal böyle olunca da gerçekte ekonomik, politik hiç bir özü olmayan aslında yalnızca bir çıkar işbirliği örgütlenmesinden oluşan siyasi iradenin verdiği tepkileri politik olarak değerlendirmek yerine öncelikle psikiyatrik olarak değerlendirmek daha isabetli olur inancındayım.

İKTİDAR BİZE ‘USLU DURUN, YOKSA SİZİ AİHM DE KURTARAMAZ’ DİYOR

İktidar ve yargı, AİHM kararlarına neden uymuyor, Türkiye’yi bağlayıcılığı yokmuş, hatta “kötü bir tavsiye kararıymış” gibi davranıyor.

Bugün itibarıyla Türkiye’de Anayasal demokratik temel hak ve hürriyetlerini kullanan bir kimse dahi yoktur ki ‘Acaba tutuklanır mıyım’ korkusunu yaşamasın… Bugün itibarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu, temel hak ve hürriyetlerinizi AB standartlarında uygar bir ülke yurttaşı gibi kullanabildiğinizi söylemeye ve buna kendinizi inandırmaya mecbursunuz. Aksi takdirde bir sosyal medya paylaşımından, bir sokak röportajındaki iki sözünüzden tutuklanmanız işten değil. AİHM kararları ve AB taahhütleri demokratik denetlenebilir ulaşılabilir bir demokrasinin temel anahtarı. Ama iktidarı ayakta tutan ve devamını sağlayan ise iktidara karşı suskunluk, korkaklık… Bu toplumsal korkunun ve suskunluğun devam ettirilebilmesi için iktidar toplumu korkutmaya, muhalifleri sindirmeye mecbur. Aksi takdirde muhalif toplum örgütlenir, etkiler, belirler ve ilk fırsatta, seçimlerde iktidarı sonlandırır… İktidarın ise sonlanmaya hiç niyeti yok. İşte bu yüzden iktidar; toplumun geneline bakıldığında çok az sayıda kalan ‘Yahu hiç olmadı AİHM var’ güvencesine inanan, sığınan bir avuç cesur, kararlı muhalifi ibreti alem olsun örneği, bırakın AİHM kararlarını, Anayasa’ya rağmen kanunsuz cezalandırmakla açıkça ‘Uslu durun, görüyorsunuz biz bizeyiz, sizi AİHM de kurtaramaz’ diyor…

AVRUPA KONSEYİ TÜRKİYE’NİN ÜYELİĞİNİ ASKIYA ALABİLİR

Bu kararlara uyulmadığı takdirde Türkiye’yi ne bekliyor?

AİHM kararı sonrası iktidar kararları ‘takmadığını’ açıklamış ‘Bizi bağlamaz’ demişti. Oysa dövizin, benzinin iyi zamanlarında aynı iktidar ‘Kendimizi Avrupa’da görüyoruz, geleceğimizi AB ile kurmayı tasavvur ediyoruz’ diyordu. İktidar hem cam kenarı hem 25 kuruş istiyor ama bunun olmayacağını artık kendileri de gördü, öğrendi. Bugün iktidar ekonominin geldiği hal itibarıyla hayallerinden sıyrılıp gerçekle karşı karşıya kaldı. Anlaşıldığı kadarıyla iktidar bugün blöf ile sonuç almanın hesabında ve bu yüzden kendini olabildiğince vazgeçilmez gösterebilmek için AB’ye rest çekiyor, karşı hamle tehdidi savuruyor. Oysa mevcut hal itibarıyla iktidarın AB’ye dönük tehditleri düpedüz tek kişilik Rus ruleti oyunundan ibaret. AB tabidir ki sonuna kadar naz, tuz çekecek değil, mızıkçı çocuk misali oyun bozanlık yapıp her defasında ‘Ben de sizin topunuzu patlatırım’ diye tehditler savuran çocuk mahallede dışlanır… Hepimizin tecrübesidir bu. Artık süreç sona yaklaşmış halde, AB Bakanlar Komitesi’nin başta Demirtaş, Kavala, Cumhurbaşkanına Hakaret Suçlamalarına dair yargılamalar, İşkence ve Kötü Muamele Yasağını İhlal, Harbiyeli öğrencilerin, hasta ve bebekli kadınların haksız tutuklulukları ve diğer AB taahhütlerine aykırı ihlallerin tekrarını tespiti sonrası artık Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türkiye’nin üyeliğini bile sonlandırabilecek veya daha büyük olasılıkla askıya alacak.

AB BUNUN ALTINDA KALMAZ, SÜREÇ ERKEN SEÇİMLE SONLANABİLİR

AB bununla da kalmaz çok ciddi ekonomik yaptırımlar da uygulayabilir, ambargo da uygulayabilir… Türkiye’nin bugün AB’ye ihracatı toplam ihracat içinde yüzde 40’ı aşkın. Rusya’ya domates ihracı için dahi olmadık taviz veren iktidar, blöfüne rağmen olası bir yaptırım kararı sonrasında ihracatının yüzde 40’ından fazlasını oluşturan bir pazarı yitirmek istemeyecektir elbette. Öte yandan bir de Türkiye’nin gri listeye alınması sorunu var ki sonu zaten adım atılmazsa kara liste. Gri listede yer almak bile Türkiye’ye uluslararası sermaye girişini büyük ölçüde sınırlayıp, Türkiye’nin kredibilitesini zedeleyecek…

Türkiye gerçekten tarihinde hiç görülmedik derecede, şiddetli bir ekonomik ve siyasi krizle karşı karşıya ve bu daha fazla yönetilemez. Süreci sonlandırabilecek yegane seçenek adil, güvenilir bir erken seçim…

Kavala ve diğer uzun tutukluluk süreleriyle hala cezaevinde olanların AİHM’den başka başvurabilecekleri yer var mı?

AİHM yanında Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi’ne de başvuru yapılabilir elbette, ancak bir parçası olmak için çabaladığı AB’ye verdiği taahhütleri bile hiçe sayıp AİHM kararları için ‘Bizi bağlamaz’ diyen siyasi irade için bu başvuru sonucu verilecek olan kararlar da bir mahkeme kararı gibi etkili surette bağlayıcı, belirleyici, doğrudan sonuç doğurucu değil. Ama şu var ki bu ihlallerin tespiti sonrasında, artık iktidar için öyle ciddi ekonomik ve siyasi yaptırımlar uygulanır ki tabii ki sonunda o iktidar son bulur.

Erdoğan’ın 10 büyükelçiyi “istenmeyen adam” ilan etmesi ne demek? Daha önce benzeri yaşandı mı ya da bir ülkeye liderlik eden kişinin büyükelçileri sınır dışı etme hakkı var mı?

10 ayrı ülke Büyükelçisinin birden topluca istenmeyen kişi ilan edilerek, sınır dışı edilmesine dair benim bildiğim bir örnek yok. Ama böyle toplu istenmeyen şahıs ilanı ile birkaç ülke büyükelçisinin birden topluca sınır dışı edilmeleri ancak savaş zamanlarında görülebilir bir hal… Uluslararası ve ulusal düzenlemeler iktidara 10 büyükelçinin topluca sınır dışı  edilmeleri için yetki verse bile sırf ‘AİHM kararlarına uyun, AB taahhütlerini yerine getirin’ dedi diye sınır dışı edilmek istenilmeleri politik olarak izah edilebilir bir hal değil…

AB, ERDOĞAN’IN GEL-GİTLERİNİ BİLİYOR AMA ONLAR DA BİZLER KADAR YORULDU

10 ülkenin liderinden de Erdoğan’ın tepkisine karşılık yüksek bir ses çıktığını duymadık nedeni ne olabilir?

AB ülkeleri artık Türkiye’deki siyasi iradenin gel-gitlerini iyi biliyor, akılcı ve soğukkanlı hareket ediyor. Bugüne dek daha önceki kimi krizlerde her seferinde ‘Biz Türkiye ile siyasi iradeyi birbirinden ayırıyoruz ve Türk halkına önem, değer veriyoruz’ demişti… Bu yüzden AB uzun uzun değerlendirmeler sonrasında bir adım atacaktır. Dişe diş, kana kan tepkisini beklememeli AB’den… Ama artık ben AB’nin en az bizler kadar sıkılıp, yorulduğuna inanıyorum ve bu kez eğer geri adım atılmaz ise yaptırımlar çok ağır sonuçlar doğuracaktır Türkiye için.

‘SAVUNMA YAPMAYACAĞIM’ DEDİĞİ İÇİN KAVALA’YI TEBRİK EDİYORUM 

Osman Kavala bu şartlarda savunma vermeyeceğini söyledi. Bundan sonra dava nereye gider?

Kavala’yı tebrik ediyorum. Sonucu önceden belli politik bir kanunsuz cezalandırma sürecine yargı görünümü kazandırmak üzere savunmayı sürdürmek, bir politik mahpusun kendi kendine yapabileceği en ağır işkencedir. Kavala çok nezih bir şahsiyet. Kavala’ya bile ‘Savunma yapmayacağım’ dedirttikten sonra artık sözün bittiği yeri geride bırakmışız demektir. Sürecin bundan sonra nereye ve nasıl gideceğini tahmin etmek güç olduğu kadar telaffuz etmek de doğru değil. Ama ben ne Kavala’nın ne Demirtaş’ın ne de bir başka tutuklunun çok daha uzun süreler kalmayacağına inanıyorum. Hatta yakınlarda politik tutuklu çok geniş kesimler için tahliyeler dahi bekliyorum.

ERDOĞAN’IN KAVALA VE DEMİRTAŞ’A YÖNELİK İFADELERİNİN EŞİ-BENZERİ YOK

“Sorosçu Kavala, terörist Demirtaş” benzetmelerinin iç ya da uluslararası hukukta örneğin AİHM’de karşılığı nedir?

Hele Türkiye gibi yargı bağımsızlığının tartışılmakta olduğu bir rejimde siyasi iradenin başı tarafından adeta talimatmışçasına kullanılan ifadeler adil yargılamayı etkileme, temel kişilik haklarına dönük saldırı olarak mahkum edilen hukuka aykırılıklar, çok az ve hafif şiddette örnekleri var ise de bu durumun gerçekten eşi, benzeri yok. 21. yüzyılda hukuk endeksinde 117. sırada yer alan Türkiye’nin gerisinde kalan Taliban öncesi Afganistan’da bile benzer şiddette örnekler yok.

Uzun tutukluluk süreleri sadece Kavala ve Demirtaş için değil, KHK’yla görevinden alınmış, cemaatle irtibatlı ya da iltisaklı olduğu gerekçesiyle cezaevine gönderilmiş kişilerin, Balyoz ve Ergenekon sanıklarının da yaşadığı bir süreç aslında. AİHM Kavala ve Demirtaş’a “ayrıcalık” mı  tanıyor. 

Aslında Kavala ve Demirtaş’a herhangi bir ayrıcalık tanındığı yok. Kanunsuz cezalandırma amaçlı haksız tutukluluklara dair çok sayıda örnek var AİHM nezdinde. Özellikle 15 Temmuz sonrası darbeden yargılanan askerler, KHK ile ihraç olunup tutuklanan çeşitli meslek mensuplarından çok sayıda örnek var haksız ve uzun tutukluluk uygulamasına dair. Diğer yandan her ne olursa olsun ‘Ülkemi bir başka zeminde tartışmam, dava etmem’ diyen milliyetçi inançta askerler, çeşitli meslek mensupları var. Ama Demirtaş bir siyasi parti, Kavala toplumsal muhalefette öne çıkmış bir STK lideri. Kaldı ki ikisi de hem Türkiye’de hem dışarıda medyatik, popüler, sembol isimler. Öne çıkmaları bu yüzden yoksa ne Demirtaş ne Kavala için bir ayrıcalık söz konusu değil inancındayım.

SİYASİ İRADENİN ELİNDE MÜLTECİLER DIŞINDA AB’YE KARŞI KOZ YOK

Bu davayla Rahip Brunson ve Deniz Yüksel davası karşılaştırılabilir mi?

Rahip Brunson ile Deniz Yüksel davaları aslında kanunsuz cezalandırma amacı taşıyan politik tutuklamalara dair örnekler olmakla, birebir Kavala-Demirtaş örnekleriyle örtüşüyor. Her ikisinde de siyasi irade ‘Çıkamazlar, asla, kata tahliye olamazlar’ benzeri ifadeler kullandı. Onlarda da AB, ABD siyasi olarak sürece müdahil oldu ve sonuçta her ikisi de apar topar tahliye edildiler ve sonrasında tahliyelerin perde arkası ortalığa saçıldı. Aynısı olacak inancındayım. Fakat Demirtaş-Kavala örneklerinde pazarlık süreci biraz daha zorlu ve sıkıntılı devam ediyor. Çünkü Türkiye artık her türde tartışmadan uzak tarihinin en ciddi ekonomik-siyasi krizini yaşıyor ve siyasi iradenin elinde mülteciler ile kanunsuz cezalandırılan kimi toplumsal önemde isimler dışında hiçbir koz yok.

AİHM’in bir başka kararı da Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili… Emsal olmasına rağmen bu kararların da uygulanmayacağı ve hakaretten tutuklu olan ya da davası sürenlerin bu karardan yararlanamayacağı anlamına da gelir. Bu durumda ne olacak?

AB Bakanlar Komitesi takipçi. Dolayısıyla AİHM kararlarına rağmen bir değişiklik olmaksızın uygulamanın sürdürüldüğünü, AB taahhütlerine aykırı ihlallerin tekrarını görüp sistematik ihlalleri tespit edecek sonrasında yine Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Türkiye’nin üyeliğini bile sonlandırabilecek veya daha büyük olasılıkla askıya alacak adımlar atacak. Dolayısıyla Türkiye ya AB üyeliğine dair taahhütlerini tutacak ya da AB üyeliğinden çıkartılacak veya daha hafif bir adım olarak AB Türkiye’nin üyeliğini askıya alacak.

BİR SAĞDAN BİR SOLDAN ANLAYIŞIYLA BALYOZ’DAN MAHKUMİYET ÇIKAR

Balyoz’da yeniden yargılamalar başladı. Yargıtay 7 sanık hakkındaki beraat kararını “teşebbüs aşamasına ulaşmayan hazırlık ve suç için anlaşma” yönünde karar vererek davayı yerel mahkemeye gönderdi. Bu yargılamalar nasıl sonuçlanır öngörmek mümkün mü? Yerel mahkeme daha önce verdiği “beraat” kararına “direnebilir mi?”

2014’te AYM hak ihlali kararı vermiş, Yargıtay bozmuştu Balyoz kararını. Ancak günümüz yargısında artık mahkemeden bir direnme kararı söz konusu olamaz. Gelinen yer itibarıyla tıpkı 12 Eylül sonrasının bir sağdan, bir soldan uygulamasında olduğu gibi Balyoz sanıkları da mahkum edilecekler korkarım.

AKP’NİN EN BÜYÜK GÜCÜ MUHALEFETİN SÜNEPELİĞİ, KORKAK OLMASI

Son olarak Sedat Peker’in iddialarının araştırılmaması ve bu konuda muhalefetin önayak olmamasının sebebi ne olabilir?

AKP iktidarının en büyük gücü dayanağı aslında muhalefetin sünepeliği… Muhalefetin niçin bu denli pasif, korkak, çekingen olduğunu anlamak gerçekten imkansız. Tehdit midir bunun nedeni yoksa şantaj mı sorusu bile geliyor akıllara. Muhalefet benim bilmediğim, anlayamadığım bir tembellik, korkaklık ve edilgenlikle ‘Nasıl olsa artık AKP yeniden seçim kazanamaz tek seçenek de biziz’ anlayışıyla kapıldığı rehavetten, tembellikten sıyrılamıyor. Ana muhalefet partisi güya CHP, grubu bulunan İYİ parti ve HDP de var ama toplasanız üç parti parlamento dışı Halkın Kurtuluş Partisi’nin yaptığını yapamıyor. HKP dışında Sedat Peker’in açıklamaları ve ortaya koyduğu belgeler, sonrasında hiçbir ciddi adım atamadı ki bu utanç da aslında Türkiye muhalefetinin utancı, ayıbı.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram