Acı ve yoksulluğun bağrından doğan edebiyat: Dostoyevski, Balzac ve Dickens

Zweig’ın “üç ustası” Dostoyevski, Balzac ve Dickens yaşamlarındaki gelgitlerle, acı ve kederlerle örülmüş ölümsüz eserler bıraktılar geride. Üç ustanın eserleri çektikleri çilelerle yoğrulmuş.

KRONOS 07 Şubat 2021 KÜLTÜR

ÜNAL AKTAŞ |

Dostoyevski, Balzac ve Dickens şüphesiz dünya edebiyatının zirvesinde yer alan isimler. Hayatlarını acılar ve yokluklar şekillendirmiş. Çektikleri sıkıntılar eserlerine yansımış. Kederlerini, kahramanları aracılığı ile ete kemiğe büründürüp okurlarıyla buluşturmuşlar.

Bu üç ustayı birçok yönden ele alıp karşılaştırmayı ise yine acılar ve sürgünlerle yoğrulmuş bir yazar olan Stefan Zweig yapmış. Öykü ve romanları ile günümüz Türkiye’sinde en çok okunanlar arasında yer alan 1881 doğumlu Viyanalı üretken yazar Zweig, üç ünlünün biyografisini yazıp, üsluplarını ve bakış açılarını karşılaştırmış.

Elimdeki eseri Türkçe’ye Dr. Ayda Yörükan çevirmiş. Tur Yayınevi’nin 1975 yılında basımını yaptığı kitap adı “Üç Büyük Adam Dostoyevski, Balzac, Dickens”.

Günümüzde Türkiye İş Bankası Kültür yayınları ‘Üç Büyük Usta’; Can Yayınlarının ise ‘Üç Usta’ üst başlığı ile yayınladığı biyografi kitabı, Stefan Zweig’ın akıcı üslubu ile kolayca okunuyor.

ESERLERİNİ ÇEKTİĞİ ÇİLELER YOĞURDU

Zweig, ilk olarak Rus edebiyatçı Fedor Mihayiloviç Dostoyevski’yi anlatarak başlıyor eserine. Şahsiyetinin zenginliği ve güçlülüğünün hakkını teslim ediyor önce. Hayranlığını ifade ettikten sonra, “Dostoyevski’nin eseri içerisinde kendimize yol açarken tutkulu hayatının araflarından, kötülüklerin cehenneminden ve insan ıstırabının bütün cenderelerinden geçeriz: insan ıstırabı, insanlığın ıstırabı, sanatkarın ıstırabı ve son olarak da hepsinden daha korkunç olan Tanrı susuzluğunun verdiği azap…” sözleri ile Dostoyevski’nin fikir dünyasının önemli bir yanına işaret ediyor.

Yüz ifadesinden başlıyor anlatma ve gördüğü bir fotoğraftan hareketle “… yüzü hiçbir zaman ölüm yatağındaki kadar anlamlı olmamıştır.” diyor.

Sonra hayatının trajedisine yöneliyor. Çektiği işkencelerin şuurlu alevinin bütün dünyasını kapladığını şöyle anlatıyor: “Hayat onu üç kere yükseltmiş fakat her üçünde de tekrar yere yıkmıştır.”

Yoksulluk, hastalıklar, hapisler ve sürgünler geçen ömründe çektiği acıların Dostoyevski’yi daha güçlü hale getirdiğini vurguluyor Zweig. Dostoyevski’nin mektuplarından hareketle Almanya ve Fransa’dayken çektiği sefalete de değinen Zweig, yazarın Rusya’dan gelecek 100 Ruble için defalarca gittiği postanede insanların önünde alçaldığını aktarıyor. Dostoyevski’nin Petersburg’a telgraf çekebilmek için eşyalarını rehin bırakmak zorunda kaldığını belirtiyor ve şu yorumu yapıyor: “…mektuplarında daima duyduğumuz ve insanı son derece heyecanlandıran o umutsuz çığlıklarından biriydi bu telgraf da. On Ruble için beş kere İsa’nın adını anan, ona buna yaltaklanmak zorunda kalan, bu ezilmiş, hor görülmüş insanın yazdığı mektupları okurken insanın yüreği daralır; birkaç kuruş aşağılık para için ağlayıp sızladığı o korkunç mektupları…”

Karısı bitişik odada doğum sancıları içerisinde kıvranırken onun bütün gece çalıştığını hatırlatan Zweig, onu ‘Dostoyevski’ yapan şartlarla ilgili şu değerlendirmede bulunuyor: “Sara illeti yakasına yapışmıştı, kirasını alamayan ev sahibi onu polise vermekle tehdit ediyordu; ebe, ücretini istiyordu: o ise Suç ve Ceza’yı, Budala’yı, Ecinniler’i, Kumarbaz’ı, manevi dünyamıza biçim veren, 19. yüzyılın o büyük eserlerini yazıyordu.”

ZENGİN KAHRAMANLARLA AVUNDU

Kitapta sıra Mayıs 1799’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak doğan Fransız yazar Balzac’a geliyor. Gerçek adı Honoré Balssa olan yazar, adını değiştirirken köylü kimliğinden kurtulmak amacıyla isminin önüne “de” takısı getirdi ve böylece ismine soylu bir görünüm kazandırarak Honoré de Balzac oldu.

Zweig, Balzac hakkındaki bir söylentiyi şöyle anlatıyor: “Gençliğinde, çatı arasında, kuru ekmekten ibaret olan fukara yemeğini yerken masanın üzerine tabak yerine bir takım daireler çizdiğini ve bu dairelerin ortasına en seçkin yemeklerin adlarını yazdığı söylenir; böylece kendi kendine telkin yoluyla kuru ekmeğinde o bulunmayan yemeklerin tadını hissetmek istemiş ve gerçekten de hissetmiştir.”

Zweig, bu olaydan hareketle Balzac’ın aynı şekilde kitaplarının iksirinde de hiç şüphesiz hayatın bütün zevklerini tattığını, kendi yoksulluğunu, kahramanlarının zenginliği ve tantanalı hayatı ile unutmaya ve avutmaya çalıştığını vurguluyor.

Girdiği işlerde başarısız olan Balzac’ın daima borçlandığını ve alacakları tarafından rahatsız edildiğini anlatan Zweig, Balzac hakkındaki bir tesptini ise şu ifadelerle anlatıyor: “Kendi kendisini büyüleyen bu adamın sarhoşluğu ve yalnız başına yaşayan bu adamın hayallerinin uyuşturucu kuvveti, önellikle o kadar arzu edilen zenginliğin çekiciliğini anlattığı yerlerde, aşk serüvenlerinden çok daha şiddetle hissedilmektedir.”

ÇOCUKLUK ACI VE SEVİÇLERİNİ ESERLERİYLE ÖLÜMSÜZLEŞTİRDİ

Zweig, kitapta son olarak İngiliz yazar Charles Dickens’ın yaşantısı ve eserleri hakkındaki düşünlerini kaleme alıyor. Dickens’ın dünyadan ürken çok yoksul bir çocuk olarak hayata başladığını anlatan Zweig, sürekli itilen ve bu nedenle çekingenliğe bürünmek zorunda kalan Dickens’ın çocukluğunda yaşadığı acılar nedeniyle şair ruhlu olduğunu savunuyor. İngiliz yazarın, romanları ile bütün yoksul çocuklara, terk edilmiş ve unutulmuş olan çocuklara yardım etmek istediğini kaydediyor. Dickens’ın eserleri ile daha önce kendi başına geldiği şekilde, düzensiz ve bakımsız okulların, kayıtsız ana-babaların hatası yüzünden veya erkeklerin çoğunun gevşek, sevgisiz ve bencil karakterlerinin sonucu olarak birtakım haksızlıklarla karşılaşmış olan çocukları korumaya çalıştığını hatırlatıyor.


 

Çağdaş düzeni değiştirmek ve düzeltmek isteyen Dickens’ın diğer birçok yazardan ayrılan yönünü ise şu sözlerle dile getiriyor: “Dickens bu düzeni bütünüyle suçlamamış, devletin ilkelerine baş kaldırmamıştır. Tehdit etmemiş, bütün bir millete, kanunları koyanlara, vatandaşlara, bütün adetlerin, kuralların yalanına karşı öfkeyle yumruğunu sallamamıştır. İhtiyatlı parmağıyla şurada burada açık bir yaraya işaret etmekle yetinmiştir.”

Zweig, Dickens’ın kendi çocukluk sevinçlerini ve acılarını hiçbir yazarın yapamadığı şekilde ölümsüzleştirmeyi başardığını kaydediyor.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com