Milli algı ve taraf olmak

Prof. Vamık Volkan hem psikolog, hem uluslararası çatışmalarda uzlaşmayı sağlayan bir uzman olmasına rağmen tarafsız olamıyor! Yani milli bakış açısını aşıp olaylara mesafeli kalamıyor. Taraf oluyor. Kısacası “biz” tarafı yüceltiliyor, “karşı” taraf suçlanıyor veya eksiklikleriyle sergileniyor. Yani eski tas eski hamam.

HERKÜL MİLLAS 20 Nisan 2022 GÖRÜŞ

Kendimi şanslı sayarım. Öylesine aşırı ve çarpıcı milli karşıtlıklar içinde büyüdüm ki bu alandaki açmazı görmemem olanaksızdı … adeta! Ancak benzer ortamlarda büyümüş başkalarının benim vardığım sonuçlara varmadıklarını da görüyorum. Yani “görmemem olanaksız” değildi; çelişkileri görmeyebilirdim de! Bu yazıda neden benim gibi düşünmediğine çok şaştığım bir araştırmacıdan söz edeceğim. Profesör Vamık Volkan’dan.

İnternetten aktarıyorum. V. Volkan 1932 Lefkoşa’da doğdu.  Bir Kıbrıslı Türk psikiyatri profesörüdür. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden 1956’da mezun oldu. Chicago’ya gitti. Üç ay sonra babasından gelen mektupta, en yakın arkadaşının Kıbrıs’ta bir eczanede milliyetçi Rumlar tarafından öldürüldüğünü anlatan gazete kupürü çıktı. (Profesör özgeçmişine bu ayrıntıyı neden ekledi, sizce?) 2002’ye kadar 45 yıl Virginia Üniversitesi’nde ders verdi. 18 yıl üniversite hastanesinin başhekimliğini yaptı.

Kırk kitap çalışması yaptı ve 400’ü aşkın bilimsel makale yayımladı. Psikolojik çatışma ve kimlik konularında sayısız araştırma ve saha çalışması gerçekleştirdi. Psikopolitik teoriler ve dünyanın sorunlu birçok yerinde barış için yaptığı çalışmalar nedeniyle Nobel Barış Ödülü’ne aday gösterildi.

2002 yılında emekliye ayrıldıktan sonra yılın 4 ayını Kıbrıs’taki evinde geçirmektedir. Prof. Volkan, Tel Aviv Yitzak Rabin Merkezinin ilk konuk bilim adamıdır. Boston Hukuk fakültesinde konuk profesörüdür.

İngilizce Wikipedia’da uzmanlığı konusunda da şunlar var: Uluslararası alanda çatışan gruplar arasında diyalogu sağlamadaki 40 yıllık çalışmalarıyla tanınır. Kurduğu çalışma grubu, Mısır-İsrail görüşmelerinde katkıda bulunmuş, milli gerilimler, ırkçılık, kimlikler, terörizm, göç, lidere tapma, milli ve uluslar arası çatışmalar alanında yardımcı olmuştur. Çalışma alanları Baltık ülkeleri, Kuveyt, Yugoslavya,Türkiye, Yunanistan gibi birçok ülke bulunmaktadır. Bu alanda tarihçilik, siyaset bilimi ve psikanalizm çalışmaları ve girişimleri vardır.

Burada yeteneklerini kısaltarak aktardığım böylesine değerli ve özellikle kimlikler ve milli çatışmalar ve uzlaşma alanında dünyaca ünlü uzman bir kimseden Türk-Yunan ilişkileri konusunda dengeli şeyler söyleyeceğini beklenir sanırım. Ama bu alandaki İngilizce bir kitabını okuyunca V. Volkan’ı eleştiren “Türk-Yunan ilişkilerinde kundakçı itfaiyeciler” başlıklı İngilizce bir yazı yazdım.[1]

Kitabının önsözünde V. Volkan “Türk kökenli” olduğunu hatırlatıyor; “ama” diyerek şunları da belirtiyor: kendisi “uluslar arası ilişkilerde duyguların ve psikolojik süreçlerin etkisini çok iyi bilmektedir… Büyük etnik gruplar veya benzeri büyük dinsel veya ulusal gruplar genellikle ilkel ve bilinç dışı zihinsel dürtülerle … kendilerinin istenmeyen yanlarını başka bir gruba yansıtmak gibi düzenekler kullanarak birbirleriyle etkileşirler.” Ve bu kitapla Türkler ve Yunanlılar arasında “bir denge oluşturmaya çalıştığını” da ekliyor.

Ama dengeyi kuramıyor! Tuzakları “çok iyi bildiğini” yazıyor ama o tuzağa düşüyor. Hem psikolog, hem uluslararası çatışmalarda uzlaşmayı sağlayan bir uzman olmasına rağmen tarafsız olamıyor! Yani milli bakış açısını aşıp olaylara mesafeli kalamıyor. Taraf oluyor.

Kitap sonuç olarak milli duyguların etkisinde seyrediyor. Kısacası “biz” tarafı yüceltiliyor, “karşı” taraf suçlanıyor veya eksiklikleriyle sergileniyor. Yani eski tas eski hamam.

İlgili eleştirim sitemde bulunabilir. Buraya yalnız kısaca bazı kelimeleri nasıl kullanıldığını göstereceğim. Türklerin ve Yunanlılar yaptıkları aynı davranışlar farklı kelimelerle ifade edilmiş. Kuşkusuz bu bilinçli yapılmadı. Zaten milli algılar bilinçsiz çalışır. Bazı örnekler şöyle: Türkler bir ülkeyi ele geçirirken “fethediyorlar”; aynı işi Yunanlılar yaparken “istila ediyorlar”. Yunanlılar dilleri konusunda Türkçe kelimeleri “reddediyorlar”, Türkler ise bir “dil reformu yapıyor”. Yunanlılar topraklarını “Türklere karşı” genişletiyor; Türkler ise topraklarını “Anadolu’da” genişletiyor. Yunanlılar kimlikleri konusunda bir “karışıklık” içindedirler; Türkler ise “bir kimlik arayışı içindedir”.  Yunanlılar Girit’i “yutuyor”, Türkler Kıbrıs’ta “muzaffer oluyor”, Kıbrıs’a ise “müdahalede bulunuyor”. Ötekiler Türkleri  “aşağılıyor”; Yunanlılar ise “aşağılandıkları sanıyorlar”.  “Kendi kendini idare etme hakkı” terimi bir kez kullanılıyor, yalnız Türkler için. Masum insanlar öldürülürken ölenler “bizden” ise “katlediliyorlar”, ötekiler öldürülürken ise sade “ölüyorlar”!

Kitap baştan sona bu havada. Bizler iyi, dengeli ve dolayısıyla üstün, ötekiler … ne de olsa bizim gibi olamıyorlar!  Kitabın başında teşekkürler kısmında kitabın yayından önce beş uzman kişi tarafından okunduğunu öğreniyoruz. Bunlar arasında Yunanlı yok. Oysa psikolog V. Volkan insanların duygusal davranarak tarafsız olamayacaklarını “çok iyi bildiğini” yazıyor. Neden kitabı aklı başında bir Yunanlıya okutmaz? Okutsa çelişkiler hemen belli olacaktı. Yazılarımda sürekli vurguladığım da işte bu: Benim “bilmek” ile kastettiğim teoriler, veriler, söylenenler, yazılanlar değildir; bizi oluşturan dönemi ve çevreyi ve özellikle kendimizi bilmemizdir. V. Volkan’ın kaçırdığı buydu.

Kendimizi bilmek konusunda sınavı başarıyla vermiş bir araştırmacı örneği vereyim. Baskın Oran’ın Yunanistan’la ilgili bir kitabına yönelttiğim eleştirim için şunları yazmıştı kitabın yeni baskısının önsözünde: “Herkül söylediklerinin hepsinde değil ama çoğunda haklıdır. İnsan yetiştiği ortamın genel etkisinden kendini çok zor kurtarır. Suda boğulmamak mümkün ama, ıslanmamak mümkün değil. Türk-Yunan işinin ne denli zorlu olduğunu o zaman daha iyi anladım.” Ve B. Oran benim eleştirimi yeni kitabına alıp dahil etti.[2]

Yani “ben tarafsızım, duyguların ve psikolojik süreçlerin etkisini çok iyi bilirim” havasında olan psikiyatr tarafsız olamamakta, ama “insan yetiştiği ortamın etkisinden zor kurtulur” diyen bilinçli kimse ise bu alanda örnek bir davranışta bulunabilmektedir.

Milliliğin, milliyetçiliğin ve milli kimliğin ne olduğu çok konuşuldu ama bu konuda bir uzlaşmaya, yani herkesin hemfikir olduğu bir tanımına varılamadı. Hatta bu kavramlarla ilişkili etnik/etnisite, ulus, ulusçuluk gibi kelimeler de işi iyice çıkmaza soktu. İlerde bu konulara değineceğim. Ama bu aşamada, en azından bilmece gibi bir soruyu sormanın zamanı geldi sanırım: Belli bir milli kimlik sahibi olanların hemen hemen hepsinin bazı “milli” konularda taraf olmaları kaçınılmaz mı? İnsanlar kendi ülkelerinden çıkıp başka bir “milli çevreye” yerleştiğinde bu farklı algılarla nasıl baş edecek?

Ve aynı sorunun felsefi ifadesi: Gerçek veya gerçeklik (hakikat) dediğimiz durumlar göreceli (izafi) midir? Yani “gerçeklik” insandan insana bu denli farklı mıdır?

*

[1] V. Volkan’ın kitabı bir tarihçiyle birlikte yazıldı. Vamık D. Volkan ve Dr. Norman Itzkowitz – Turks and Greeks: Neighbours in Conflict, The Eothen Press, 1994. (Bu kitabın Türkçesi de yayımlandı Türkler ve Yunanlılar, Çatışan Komşular, Bağlam yayınları, 1994  ancak çevirisinin ilk baskıyla ne denli uyumlu olduğunu kontrol etmedim.) Benim yazım da şöyle: “Greek-Turkish Conflict And Arsonist Firemen”, New Perspectives On Turkey, Istanbul, Spring 2000, Sayı 22, s. 173-184. Bu yazıya sitemde de bulunabilir. (herkulmillas.com)

[2] Oran, Baskın. Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, Ankara: Bilgi, 1986.